Bugun...
SON DAKİKA

Yoksulluk, Yemek Kokusundan Yoksunluktur

 Tarih: 25-09-2023 14:49:00
AYŞEİ YASEMİN YÜKSEL

Her tonun boy gösterdiği toplum tablosunun ana rengini “orta direk” denilen taşıyıcı kolon oluşturmuştu hep. Hep de iç açıcı vurguda olmuştu. O tonda kültür baskındı. Malum, müze olabilecek yalılarda oturabilenler olsa da gerçekte müzeleri gezen, kitapçılarda incelenmedik raf bırakmayan, bilgi yarışlarına katılanlar toplum yapısının taşıyıcı kolonu orta direkti bildik bileli. Bir orta direğiniz var ise esnafınız da gülerdi, çiftçiniz de organik tarım eğilimine kadar yönlenmiş olurdu. Sinema biletleri, müze kartları en çok onların cüzdanlarında olurdu.  Tiyatro sıraları, resim sergi salonlarını dolduranlardı.  Çiftçinin toprakta oynadığı ana rolü, kent kültürünü biçimlendirmede kentlerde orta direk oynardı. Diyeceğim, binasından toplumuna taşıyıcı kolonsuz yani orta direksiz bir yapı olmamıştı hiç!

 

Bir anlamda toplumun ortalaması demek olan orta direk, belli bir eğitime sahip olsun olmasın çoklukla aylıklı bir işe sahip olduğundan kira yerine ev taksiti ödeyerek kredi ile ev, araba sahibi olabilen hatırlı yoğunluğa sahip bir kesim idi. Ev sahibi olmak için en kestirme yol ilkten yapı kooperatiflerine üye olmaktı. Birkaç yıl içinde kooperatif biraz ortaya çıkınca üyelikten ayrılarak artık küçümsenemeyecek bir tutara erişmiş hisseye düşen pay alınıp, çekilebilecek kredi ile birleştirilerek istenilen semtten, istenilene en yakın evlere bakılırdı. Kültürel altyapısı, en sağlam binadan bile sağlam “orta direk” denilen taşıyıcı kolon, mahallelerden başlayarak kentin kimi bölgelerinin tüm çehresini ışıtandı. Diyelim ki kendi içinde de çeşitlenen gelir seviyesindeki orta direğe dâhil olanlar ile dolu, köklü bir mahallede gazete satan çokça büfe, bayi olurdu öncelikle. Okumak, kültür turları,  doğaya duyarlılık,  farkındalık orta direk ile anılırdı en çok. Taşıyıcı kolonu oluşturanlar ile dopdolu mahallelerde ille kitapçılar,  yürüyüş alanları, emeklilerin arkadaşları ile bir araya gelip, çay içip, yanında ister simit ister poğaça, ayçöreği yiyebileceği oraların yıllanmış kafeleri tabloda olmazsa olmazlardı.

 

Şimdilerde çok zayıfladığından yıkılıp çökmeden önce bel veren duvarları andıran orta direk, esnafından sporuna, kent kültürüne el veren, destek veren değil miydi?   Evet, verendi; çünkü toplumun bel kemiği idi. Esnafın, bakkalın, manavın, mağazaların kasasına giren günün hasılatı orta direk eli ile olurdu. Eğer el verenler artık bel vermekte iseler bu, onların sırtlarının, omuzlarının her gün değişen etiketler karşısında tek kuruşluk yükü dahi kaldıramaz hale düştükleri anlamına gelmez mi? Toplumun bel kemiğinin belinin büküldüğünü göstermez mi?

 

Her yapı taşıyıcı kolonlar üzerinde yükselir. Depremlerde görmedik mi aslında sağlam yapılmış bir binanın zemin, giriş katlarındaki taşıyıcı kolonlarının galeriler, mağazalar tarafından kesilmeleri ile havada kalan kolonların işlevsiz de kalarak binaların nasıl çöktüklerini? Hiçbir bina kendisini taşıyan kolonu olmadan ayakta kalamazmış, öğrenmedik mi? Kaç kez gördük görmesine, deeee! Toplum binasının taşıyıcı ayakları da çiftçi, esnaf ve orta direkti vaktiyle. Bu sacayağı üzerinde kaynıyordu tencereler. Çocuklara süt bunun üzerinde pişiyordu.

 

Toplumsal yapılar, üçgen ile özdeşleştirilen bir hiyerarşi ile anılır hep.  Üçgenin tabanındakiler, gelir seviyeleri de en az olanlardır. Orta kısım, derken üçgenin uçtaki sivri kısmı… Üçgenin en istenen biçimlenişi taban kısmının geniş, kalın olması değil nerede ise olmaması. Üçgendeki uç, orta, taban genişlikleri daralıp genişledikçe o hanedekilerin geçimleri de daralıp genişler haliyle, hep bildiğimiz gibi. 

 

Orta direğin, orta direk olduğu zamanlarda “nezih” tanımı onlar ile anılmakta idi. Çok paranız, elmastan oyulmuşçasına görkemli, pahalı evcikleriniz olur belki de görgü, saygı olmadıkça, kurallar çiğnenmeli kabul edildikçe ortam seçkin bir ortam olamaz.  Oysa üçgenin en geniş kesimi olduğu dönemlerde orta direkten birileri hayli eski, gösterişsiz bir apartmanda da otursa apartmanı değil, mahallesi öne çıkardı. Artık nostaljik tanımların iç çekerek anımsanan olgularından olan “nezih” diye bilinirdi o semtler, bundan en az on beş yıl öncesine kadar. On beş yılda göktaşı düştü de biz mi duymadık buralara bilemeyeceğim; ama çok şeyin başına taş düşmüş olmalı ki hafıza kaybına uğrar gibi unutuldu ince tavırlar, değerler. Orta direğin, orta direklik hali kalmadı her şeyden önce. Üçgenin sivri ucundan sonra gelen bir orta kısım yok artık nerede ise. Uçtan tabana doğrudan bir geçiş ha oldu ha olacak sanki… Toplumun simgeleştirildiği üçgen de üçüncü milenyumda artık eskisi gibi olmayanlardan yani. Sanki öyle sıkı bir diyet yapmış ki… Ortası da, tabanı da diyetlerde yakılan yağ gibi yanmış, erimiş. Yine bir üçgen var olmasına var daaa… Yalnızca nokta mı desem, toplu iğne ucu kadarcık mı bir sivri ucun üzerinde belirdiği tümden taban olmuş bir üçgen ha oldu, ha olacak sanki üçüncü milenyum toplumu geometrisinde! Üç vakte kalmadan belki de.

 

Hâlbuki orta direk ne kadar güçlenir, çapı ne kadar genişlerse üçgenin tabanı o kadar daralacağından geçim derdinden yakınmak tek eski köy romanlarına kalacaktı. Atık köy romanları da yazılmayacağa benziyor. Köy, köylü kalmayınca yazılacak bir köy romanı da olmayacak haliyle!

 

Yükün ağırını üstlenen, taşıyıcı kolon orta direk, bünyenin bağışıklık sitemi idi, diyeceğim. Kanın akyuvarı idi, gelen virüsleri savurturdu. Diyelim ki köklü ve hasından bir ayakkabı markası ekonomil olarak kötüleyecek olsa hiç gereksinim duyulmasa da bu köklü ve güvenilir şirket kurtulsun, çalışanları işsiz kalmasın, sorun büyümeden aşılsın diye akın akın onun mağazalarına giden orta direk olurdu. En azından bir bot, ayakkabı, çanta ve spor ayakkabı alınmadan da çıkılmazdı. O şirket kendisine el veren orta direk sayesinde batmaktan kurtulurdu. Öylesi her anda topluma can simidi olandı orta direk. Ama gün gelir de orta direk batmaya başlarsa ya? O zaman batış topyekûn mü olacaktır?

 

Ocakta tünel açan madenciler, tünelin zemininden tavanına kalasları bir boylamasına bir enlemesine üst üste dizer ki göçük olmasın. Taşıyıcı destek kalaslar sayesinde tavan güçlensin, çökmesin. İşte tavanın tabana geçmemesini sağlayan o taşıyıcı ağaçlar gibiydi orta direk denilen kesim. Ya şimdi?

 

Çalıştığı sıralarda evinden arabasına alıp, bir kenara da kara gün akçesi koyabilen orta direk böylece emekliliğini rahatça sürdürmeyi de sağlayabiliyordu önceleri. Derken… Bodoslama bir şeyler bindirdi gemisine.  Gemi yara aldıkça su ile dolar, biliriz. Su alan gemi gövdesi, su üzerinde durmakta zorlanır. Gemisi su almaktaki orta direkten evi olanlar evinin bakımını, giderlerini, faturaları karşılayamaz olmuş halde. Hala bir göz evi olamamışlar da yedi bin beş yüz liralık emekli aylığı ile beşe, ona katlamış ev kiralarını dahi karşılayamaz durumda. Yaşam biçimlerinin artık “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” bağlamında bağlanıp kördüğüm olduğunu gören, aylıkları ne kiraya, ne faturalara ne ısınmaya, doymaya yetmeyen çoğu emekli için yapabilecekleri tek şey kalmış. Kendilerini kabul edecek bir huzurevi bulmak için kapı kapı dolanmak! Şimdilerde emekliler turlara katılıp ülke ülke gezmek nerede, huzurevlerini dolanmakta imişler ki üç öğün karınları doysun, ısınabilsinler,  en önemlisi de kira ödeyemeyeceklerinden başlarının üzerinde bir dam olsun! Ancak huzurevleri, emekli aylıklarını çok güdük bulduğundan olacak gerisin geri göndermiş kapısını çalan yedi bin beş yüz lira emekli aylığı olanları.

 

Böylesi manzaralar karşısında tartışmasız besbelli ki orta direk demek, boynu bükük kalmış olmak demek şimdilerde. O boyun büküldüğünde tezden esnafın da boynu bükülecektir kaçınılmaz olarak. Orta direk yalnız da değil bu kaderi yaşamada. Çiftçiler, öğrenciler, küçük esnaftan daha hallice esnafa kadar aynı hikâyenin farklı adlı kahramanları hepsi de.

 

Kıt gelirli ailesinin her türlü fedakârlığı yaparak üniversiteyi kazanmasını sağladığı yüz binlerce öğrenci üniversite kazandığına sevinemiyorsa bu, gençliğin büyük bir kıskaçta, çıkmazda olduğu anlamına gelmez mi? Geri kalan tüm yaşamlarının rotasını, yönünü belirleyecek başarılarına dahi sevinemez olmuş, üniversite okuyacakları kentte nasıl barınıp, doyacakları onlara tasa olmuşsa “geleceğimiz, gözbebeklerimiz” dediğimiz gençlik, ne zaman yetişecek?  Gelecekleri nerede ve nasıl? Sevinmeye dahası geleceğe hakları yok sanki, öyle mi?

 

Okul öncesi çağdaki çocuklardan okullu çocuklara yumurta, bir kilosunun en az sekiz, on kilo sütten yapıldığı gerçeğe uygun peynir yiyemediklerinden;  süt içemeyip,  etin, balığın tadını belki de hiç bilmediklerinden fiziksel ve zihinsel gelişim bozukluğu gösterdiklerini bilmeyen kalmadı. Oysa çocuklar daha ana karnında iken folik asitten yana zengin beslenmeyecek miydi? Somon balığı yemeyecekler miydi, demir almak için?  Vitamin için her renkten meyve, sebze tüketmeyecekler miydi? Bir yumurta yiyebiliyorlar mı her gün? Ne gezer! Üniversite öğrencileri de alabilirse, o da içi “E” ile başlayan ve kimisi çoğu ülkelerde yasaklı olan maddeler, yağlar ile doldurulmuş, ambalajlı, küçücük ama zararı büyük şeylerden yiyerek doymayı değil, midelerini kandırmayı beklemiyorlar mı?

 

Kentin esnafı pek yakın zamana dek özellikle de belli günlerde ortalamanın üzerinde kazanç sağlardı. Böylece bir kenarda kötü günler için biraz birikimleri olurdu. Anneler Günü’nden bayramlara, okul açılışlarına kadar esnaf başını kaşıyamazdı. Şimdilerde gıdadan başka bir şeye harcayacak hali, bütçesi kalmamış orta direk böylesi günlerin gelişi karşısında tir tir titriyor, güz yaprakları gibi. Bugünün koşulları ile baş edip edemeyeceği apaçık ortada çünkü, gelire ve gidere bakıldığında. Gider dediğin guguk kuşu yavrusu kesilmiş. Yani yabancı bir kuşun, guguk kuşunun başka bir kuş yuvasına bıraktığı yumurtadan çıkan  ve yuvanın anne kuşunun bile üç katı büyüklüğünde olduğundan doymak bilmez, yuvanın öz yavruların yerine geçen  elalem bir kuş sanki. Şimdi orta direk,  karşılayamayacağı kadar ağır koşullar, giderler karşısında bırakalım taşıyıcı kolon olabilmeyi, kendi ayakta kalma sürecini sürdürebilmek kavgasında.

 

Toplum, koskoca kömür duvarlarından ara ara elmas da çıkan bir maden ocağıdır desek yanlış olmaz. Maden ocağında göçük, çökme olmaması için belli yerlere dizilmiş taşıyıcı kalasların görevini, toplumda üstlenen direk, orta direk, malum.  Yükü taşıyan kolonlar kesilirse hadi? Ne olur o zaman? Cevap, çok yakınlarda ve üst üste yaşadığımız depremler gerçeğinde. Aslında şiddetli bir depreme dayanacak kadar sağlam bir binanın taşıyıcı kolonları aklı evvellerce kesildiğinde binayı taşıyacak direk kalmadığından yıkım kaçınılmaz oluyor, kaç kez yaşadık, gördük!

  

Orta direk, orta şeritti. İster bu yandaki ister öte yandaki şeride geçmek istesek, ister en soldan sağa ya da en sağdan sol şeride yönelsek yolumuz ille orta şeritten geçecektir. Orta yerinde obruk  açılmış bir yolda şerit kalır mı? Yol alınabilir mi?

 

Orta direğin şu anki manzarasını en iyi anlatan görüntü, beş duyuya hitap eden apartman, blok girişlerinde şimdilerde. Orta direkten insanların yaşadığı apartmanlarda herkesin anca o saatte bir arada olabildiği akşam yemeği için hazırlanan yemeklerin kokusu duyulurdu iş dönüşlerinde. Çok yakın zamana kadar. Blok ana kapısından girip, asansöre ilerlerken ne kokular sarmış olurdu sahanlığı! Haşlanmış mantının üzerine şimdi de tereyağında pul biber yakıldığını duyardı burnunuz. Etli yaprak sarmasından zeytinyağlı biber dolmasına, kuzu pirzoladan tavuğa, tavada, ızgarada köfte kokularından fırınlanmış kâğıt kebaplarına, böreklere mis gibi tüten yemek kokuları pek sıradandı, alışılmıştı. Akşamüstlerinin değişmez olağan kokuları idi onlar. Birazdan tüm blok, apartman bu kokuların yayıldığı yemekler ile doyacak, kahvaltıda da çocuklar yumurta, omlet, tereyağı, bal da tadacaklardı. Ancak ya şimdiler?

 

 Önce kuzu pirzola, büyük balıkların kokuları, etli yemek kokuları eksildi sahanlıktan teker teker. Sonraları etli, sebzeli yemek kokuları da duyulmaz oldu sahanlıklarda. Zaman zaman kıştan kalma tarhana kokusu yükselir oldu, ekşi ekşi. Yemek kokusuz bloklara dönüştü apartmanlar. Öyle ya, makarnanın kokusu olmaz! Ekmek arası çökelek mi, lor mu ne bulunursa karınlar duyurulur olmuş anlaşılan emeklisinden çalışanlara. Blok otoparklarındaki araçlar bile yerlerinden kıpırdamadan sessiz bir bekleyişte. Arada bir hareket etsin diye beş dakikalığına uzaklaşmaktalar otoparktan, o kadar. Onların da karınları aç olmalı; yani depoları boş olmalı.

  Bu yazı 1293 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  • BUGÜN ÇOK OKUNANLAR
  • BU HAFTA ÇOK OKUNANLAR
  • BU AY ÇOK OKUNANLAR
YUKARI