Bugun...
SON DAKİKA

Çürüme Teknesi, Kokuşma Limanına Yol Alır

 Tarih: 03-06-2023 08:23:00
AYŞEİ YASEMİN YÜKSEL

Çürüme, kültürün vurgun yemesidir!

 

Bataklığa değil, denizlere dalınır. Ama denizler dururken bataklığa dalınırsa yüzeye kolay kolay çıkılamaz. Hadi çıkıldı diyelim, inci, mercan, sedef bataklıktan toplanmaz. Tümden balçığa bulanılır ama. Bu çağın dalgıçları olarak artık doğruların duru sularından çok yanlışların bulanık sularındayız gibi gözüküyor.  Hem de tohumdan müziğe kadar.

 

Hayat, zıtlıkların dengesinde akıyor. İyi de kötü de, siyah da beyaz da özümüzde var. Konu, hangi mayayı, nasıl tutturacağımız. Gerçi bu ayrım pek dert edilmez oldu şimdilerde. Çünkü “yoğurdumun dibi kara” demek erdemden çok aptallık sayılmakta. Ruh, tartıda kötüden yana ağır çekiyorsa kötünün tanımı,  iyinin tanımına el koymuştur.  Böylesi pamuklar içinde korunası kavramlar ters yüz edilmiş giysilere dönmüşse sözlükler ne yapsın!  

 

Ne zaman mis kokulu lavantalar, fesleğenler, oğulotları yürek bahçesinden sökülür de yerine ağılı diye bilinen zakkumlar dikilirse ağı, ağı olmayana diz çöktürtmüştür. Böylesi bir diz çöküş, çürümenin vücut dilidir.  Çünkü yozlaşma öyle alçak bir kapıdır ki ondan geçebilmek için iki büklüm olmak bile yetmeyebilir. O kapıdan içeri dizler üzerine çökülerek girilmesi gerekmişse eğer!

 

Havaların ısındığını çoklukla sıcaklık yirmi beş dereceyi bulmadan anlayamadığımız gibi içinde olduğumuz ortamın olumsuz akıntılara kapılıp gittiğini de girdaba yakalanmadan anlayamıyoruz yazık ki! Ama yine de hep haklı çıkan eskiler vakitlice fark etmişti iyiden kötüye değişimi.  

 

Çürümeye giden yoldaki ilk dikenleri anneannem fark etmişti. Ankara’ya her gelişinde kasaptan alınan tavukları da, manavın domateslerini de yemekten kaçınırdı. Bahçesindeki tarhlardan topladığı eliyle yetiştirdiği, tohumları kaç bin yıllık domatesler, eliyle yemlediği bahçedeki koca kümesteki hindiler, kazlar, ördekler ile tavuklardan bambaşka kokarlardı ona çarşıdan alınanlar. Ki o zamanlar hormon denilince akla ilk tiroit tetkikleri sonuçları gelirdi. Anneannem gibi eskiler bazı şeylerin artık olageldikleri gibi sürüp gidemeyeceklerini, dumura uğradıklarını çoktan fark etmişlerdi. Ata tohumu ile genetiği değiştirilmiş tohumların bozulmuş tadından, kokusundan sağlığa etkilerine ne olduklarını öğrendiğimizde anca hak verebilmiştik anneannelerimize.

 

Ondurmayan virüs çürüyüşe verilen ilk selam müzik ile başlamıştı. Bir toplumun kültürünün dışa vuran vitrini ilkten müziktir. Müzik diye ne dinlenildiği, gıda diye neyin, nasıl yenildiği, trafikteki hallerden başka izlenilen televizyon programlarına, dizilere kadar toplum tablosunun ressamı olan en kalabalık kitle,  niteliğini, kendini ortaya böyle koyuyor. Sokaklardan yükselen kokulardan hangi seslerin duyulduğuna kadar göstergeler, toplumun profilidir. Diyelim ki faturasını sağ olasıca babalarının ödediği arabaları ile etrafı bangır bangır kuru gürültüye boğan caka satmak meraklısı oğulcukların tek derdi, fatura çevreye ödetmek olur. Rahatı kaçırma faturası. Yozluk, yollarda dört teker üzerinde böyle gezmekte.  

 

Yeter ki beslendiği Güneş ışığını alamaz olsun olgunlaşmayı bekleyen ham bir meyvenin başına bile gelebilir çürümek. Çünkü olgunlaşma ışık ile tek. Çürüyen şeyler önünde sonunda kokuşur. Bırakalım meyvelerin benlenip, bozulmasını etik bile çürütülebilir. Dünya üzerinde her anlamdaki bozulmanın belki de altın çağında olduğumuz şimdilerde değerler kokuşmuşlukta boğulduğundan burunlar mandallanıp gezilse yeridir. Mandallardan medet ummanın ilk nedeni diyelim ki kumaşçı dükkânını andıran yaşamda “has ipekli” etiketini ipekli kumaş toplarından söküp, kokarcaların başlarına iliştirmek olmasın sakın?  Gerçek değerler değersizleştirildikçe değersizleştirilirken yükselen değerlerin iyiden, doğrudan en uzakta olanlar olması batağa saplanmak değil midir? Varsayalım doğru olgusunu yanlışmış, eğriymiş, bozukmuş demeden tam tersi kavramlar ile eş tutmayı alışkanlık edindik. Bakış açımız nedir o zaman?  Dar mı; yoksa bakacak iğne ucu kadarcık bir delikten bile mahrum muyuz? Ufuklu olmak nedir bilmeyince alıp başını giden yozlaşma, kokuşma olarak değil de yol alma, olgunluk gibisinden görülmez mi? Eğer doğrudan bir kez olsun sapılmışsa bu hedeflenenden sapmak değil mi?

 

Kültür yozlaşması, içine atılanı eriten, yok eden asit kazanına düşmekten farksızdır. Çünkü toplumlar için var olmak tek kültür ile. Kültürün yozlaşması, yok oluşa dörtnala koşmaktır. Hem de nasıl bir iştahla yutucu karadeliklere, tükenişe yelken açmaktır. Bir toplum kendini yok edecek gidişi benimserse, benlik yerine ruhsuzluğu yeğlemiş olur. Malum, ruh bedenden ayrılınca can çıkmıştır artık.

 

Çürüme, en naif tanımı ile bozulmak; ama tarlalara, tohumlara, genlere kadar bozulmak! Zaten dengesi en baştan koyulmuş, mevsim döngüsünden atmosferinin bileşimine kadar her kuralı belirlenmiş Dünya ile güreşe tutuşmak demek, sonucu belli bir kafa tutuştan öte bir şey olamaz.  

 

Her şeyin zıddı ile var olduğu Evren’de insan doğası, içinde barındırdığı iyi ve kötüden yana iki zıt mayadan hangisinin tuttuğu ile perçinleniyor. Hırslar, açgözlülükler, hamlığı pişmişlik olarak görüp göstermeler kötü mayanın tutması sonucudur. Tutan maya öbürü de olsa tetikte kalmadıkça ibre her an yanlışa kayabilir. Tarih böyle örnekler ile dopdolu. Tarih sayfalarına düşülen tüm kötü notlar, özgeçmişlere çalınan mayanın daha en baştan ya da sonradan yüzünü yanlışa dönmesinden ötürüdür.

 

İnsan bozulmasın bir kere! Yere düşüp kurtlanan meyvelerce sineklenmesin! Malum, sinekler güzel kokulara uçmaz,  güzel kokanlara konmaz. Tek bir insanın dahi ruhu sineklenip, bozulmasın yeter ki! Koskoca sepette çürümeye başlamış bir meyve, sepetteki geri kalan tüm meyvelerin bozulacağının habercisidir zira.  Dolu sepeti kurtarmanın tek yolu vardır. Daha ben düştüğünde çürümeye yol almaktaki o meyveyi artık sepette tutmamak!

  Bu yazı 986 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  • BUGÜN ÇOK OKUNANLAR
  • BU HAFTA ÇOK OKUNANLAR
  • BU AY ÇOK OKUNANLAR
YUKARI