Bugun...
SON DAKİKA

GÜNEŞ KARABUDA; ÇEŞME’DE BEYNELMİNEL BİR BELGESELCİ

 Tarih: 07-11-2023 09:31:00
RUHİ ÇİLEK

Güneş Karabuda’yı ilk gördüğüm yer Çeşme Ertan Oteli önüdür. Sene muhtemelen 1974 ya da 1975 idi. Çeşme’nin İsveçliler tarafından deyim yerinde ise gerçek manada “yabancı turizm” ile tanıştırıldığı zamanlar. Yıldız bir turizm acentesi var idi. Benim açımdan olmamakla birlikte kabul görmüş turizm acente kuralları ve uygulamaları açısından, “Vingresor”, genellikle İsveç, Norveç ve Danimarka gibi kuzey ülkelerinden tur düzenliyor ve dönem itibari ile anlaşmalı olduğu “Altın Yunus Otelini” ve “Ertan Otelini” son derece hareketli ve canlı tutuyordu. İşte bu gerçek manada turizm anlayışı diye kabul edilen bu anlayış sonuç itibari bir hayli Çeşmeli gencin İsveç ve Norveç’e yaşamak ve çalışmak için gitmesine vesile olmuştur. Ben kendi adıma “sosyal demokrasinin altın ülkesi” diye tanıtılan lakin çok da öyle olamadığını sonradan anladığım bu ülkenin insanları vasıtası ile önce sosyal demokrasi ve bilahare de demokrasi kavramları ile hızlıca ve uygulamalı olarak tanışmış oldum. Evet, yazımın konusunu oluşturacak Güneş Karabuda mezkûr yıllarda artık İsveç’e yerleşmiş, Canım Yurdumun sinema ve edebiyatına katkıları da artar bir biçimde oradan devam etmiştir. Bu fasıldan olduğunu zannettiğim yoğun çalışma programları arasında Çeşme’yi ziyaret edip dinleniyor ve tatil yapıyor idi. Tüm tanımışlığım ve görmüşlüğüm de ancak bu düzeydedir, dönem itibari ile… Özellikle de dönemin komik ve komedi sanatçısı Öztürk Serengil ile sıkı temas ve muhabbet içinde oluyor olmasının bizim tarafa yansıması ise bu öteki mahallenin sıkı taraftarı ve destekçisi sanatçı ile irtibatı çok olanın bizim için sıradanlaştığı manasındadır. Lakin azıcık sonra bunun böyle olmadığını, kendisinin çok önemli bir gazeteci, fotoğraf sanatçısı, belgesel film yönetmeni, görüntü yönetmeni ve de yazar olduğunu öğrenince hemen gözümüzdeki değeri ve manası o genç yaşımızın kıvraklığı içinde değişiverdi. Özellikle de dönemin önemli filmlerinden Tunç Okan’ın yönetmen olarak ilk filmi “Otobüs” afişinde kendisinin adını görünce, görüntü yönetmeni Güneş Karabuda ve filmin müzikleri de Zülfü Livaneli’den olunca merak ve ilgimiz artmış oldu. Hele hele de filmin uzun yıllar yasaklı filmler listesinde olması daha da bizi araştırmaya yöneltmiştir. Filmi sonradan da izlemiş birisi olarak hala neden yasaklanmış olduğunu bir türlü anlayamamış idim. Film, İsveç’e bir otobüs kaçak işçi götürülmesi ve İsveç’te hepsinin meydana terk edilmesi, kendi köyü dışında bir yerler görmemiş insanların bu ziyadesiyle modern şehirde yaşadıkları şok, şaşkınlık, çaresizlik hikâyelerini anlatıyor. Bunun nesinden rahatsız oldular zamanın muktedirleri bilemedim. Oysa aynı tarihlerde Şener Şen ve İlyas Salman’ın da “Banker Bilo” adında bir filmi var, hiç sıkıntısız gösterildi, üstelik o filmde insanlar vaatlerin hilafına Türkiye dışına bile çıkarılmamışlardı. Otobüs filminde hiç olmazsa götürülecek yere götürülmüşlerdi. Neden kızıldı, insan kaçakçılığına mı, gariban insanların şaşkınlığına mı, yaşadıkları şoka mı, neden, belli değil, sansürcüler öyle buyurdu, işte… Yoksa kaçakları yolda bırakmak bize daha uygun bir tavır olarak mı görülüp filmler karşısında ikili tavır sergilendi, nedendir bu kabil tavırlar anlayana aşk olsun… Neyse biz konumuza dönelim… 

 

Güneş Karabuda ve eşi Barbro Karabuda tüm hayatları boyunca hayatı anlamlı kılmanın bu uğurda tarafsız durabilmenin yolunu her daim bulmuş insanlar olarak tarihteki yerlerini almışlar. Öğrendiğim ve anladığım kadarı ile, 60’lı, 79’li ve 80’li yıllarda; dünyadaki neredeyse tüm kurtuluş, özgürlük ve demokrasi mücadelelerine tanıklık edip, tanıklıklarını da tarihe not düşürecek muhteşem röportajlarla belgelendirmişler. Sonradan yerleşilen İsveç’te hatırı sayılır gazeteciler ve seyyahlar olarak İsveç Televizyonu adına Şili’yi 2 yıl boyunca yerleşerek izlemişler, Castro’lu Küba’ya, Allende’li Şili’ye, ABD Emperyalizmi markalı Endonezya katliamına, 68’in Paris’ine kadar siyasal ve sosyal olayların takibi ile Afrika Kalahari Çölü ve Amazon Ormanları başta olmak üzere yüzlerce yer gezilmiş, fotoğraflanmış, belgesel filmi haline getirilmiş, vs. vs… Kocaman, verimli, anlamlı ve ahlaklı bir hayat, ne mutlu onlara ve takipçilerine ve dahi yakınlarına…

 
Kanlı Pazar provokatörü ve organizatörü diye bilinen ünlü yazar Mehmet Şevket Eygi’nin 31.10.1967 tarihli Bugün Gazetesindeki köşesinde komünistlere hıncını kusarken; “artık Müslümanlara düşen vazife uyanık ve hazırlıklı olmaktır. Önümüzde taze ve ümit verici bir örnek vardır; Endonezya’daki komünist kıyımı; Yüzbinlerce komünist öldürüldü. Karada vahşi hayvanlar, denizde balıklar insan etine doydu. Korkunç bir komünist kıyımı oldu, fakat Endonezya kurtuldu.” diyerek ellerini ovuşturup, sıranın kendilerine gelmesi duaları etmektedir. 
 
Onun umurunda mı, 1.000.000 insan katledilmiş, ölenler insanmış, adamın derdi değil ki, onlar küffar muamelesine tabi tutulmalıdır, katli vaciptir, vahşi hayvanlar ile balıkların insan etine doymuş olmasına öylesine memnun bir görüntüde ki, Allah selamet versin… Allahtan ki dünyada sadece bu kabil herifler yok, insanlar da var, insanın insan tarafından katledilmesine alkış tutmayanlar da var, bunlardan ikisi Barbro ve Güneş Karabuda’dır… Onlar ki insandırlar ve insanın katli karşısında titrer ve itiraz ederler, tüm gördüklerini kameraları ve kayıtları ile tanıklıklar ansiklopedisine not düşerler… Tüm bu insanlık dışı uygulamaları ve gözlemlerini gözlerini budaktan esirgemeden 10 Haziran 1969 tarihli ANT Dergisine aktarırlar. Uzakların ötesinde kitabında da yer alır tüm bu tanıklıklar…
 
Dünyaca ünlü yazarımız Yaşar Kemal; Güneş Karabuda için bakın ne diyor; “Güneş’i elli yıldır tanırım. Onu önce fotoğrafçı olarak tanıdım, sonra da kameraman... Bu elli yılda Güneş şaşırtıcı bir hızla dünyayı dolaştı, filmler yaptı. Endonezya’da bir milyon kışı öldürülürken Güneş oradaydı. Şili’de Allende öldürülürken o oradaydı. Dhofar gerillaları Arabistan’da çarpışırken Güneş gene oradaydı Güneşin maceraları saymakla bitmez. Güneş elli yıldır dünyanın her yerindeydi. Güneş, Türkiye’de doğmuştu. Ülkesini seviyordu. Dünyanın neresine giderse gitsin onun çantasında bir parça Türkiye mutlaka vardı. O dünyayı, savaşları yıkımları yaşarken ülkesinden de ayrılmıyordu. Her yıl birkaç kez yurduna uğruyor, Türkiye üstüne bir film yapıyor ya da Türkiye üstüne bir kitap yazıyordu. Eşi yazar Barbro ile kendilerini ne kadar sanatlarına, işlerine adamışlarsa o kadar da Türkiye’ye adamışlardı. Kalıbımı basarım ki, Türkiye’nin dünyada tanıtımına onlar kadar çok az kişi yardım etmiştir. Onlar Türkiye için canlarını dişlerine takmış çalışırlarken, bizimkiler onları yargıyla, hapishanelerle, karakolların gözaltılarıyla ödüllendiriyordu...”

Bu vesile ile artık aramızda olmayan ve çok büyük işlere imza atmış bu iki kişiyi saygı ve minnetle yâd ederken, giderek azalan bu kabil koca yürekli insanlara ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu bir kez daha söyleyelim.

 
  Bu yazı 717 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  • BUGÜN ÇOK OKUNANLAR
  • BU HAFTA ÇOK OKUNANLAR
  • BU AY ÇOK OKUNANLAR
YUKARI