Bugun...
SON DAKİKA

'KARNIN AÇIKMIŞTIR, GEVREK ISMARLAYAYIM!'

 Tarih: 05-07-2023 09:57:00
YAŞAR EYİCE

*- ÇEŞME YOLCULUĞUM ‘AÇLIKLA’ SONUÇLANDI

 

Prof. Dr. Erkan Sevinç Çeşme ile ilgili bir ‘anı yazısı’ isteyince, nostalji yaptım.

Hatta ‘istem dışı’ Çeşme ziyareti yüzünden aç kaldığım günü ve öncesi ile sonrasına da gittim.

Çok anım var…

Anımla birlikte bir döneme de ışık tutuyorum, özellikle araştırmacılar için…

Çok eski yıllar önceydi…

Bir gün, İzmir’in en önemli yerlerinden birinde, Büyük Efes Oteli’nin hemen bitişiğindeki yeni binamızda, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en önemli medya yöneticilerinden, patronum Dinç Bilgin yanıma geldi ve ‘Yarın Çeşme’ye gideceksin!’ dedi…

Bu noktada dikkatinizi çekmek istiyorum;

Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük medya sahiplerinden Dinç Bilgin, odasına çağırmamış, her zaman olduğu gibi yanıma, yani çalışma masamın yanına gelerek bu görevi vermişti!

Görev özeldi!

 

*- BİNANIN YERİNDE AKARYAKIT İSTASYONU VARDI

 

İleri yaştaki İzmirliler bilir, akaryakıt istasyonunun bulunduğu alan ‘işyeri’ olarak hizmete girmişti.

Bir kapısı dört katlı, komple gazete idarehanesini kapsıyor, diğer dış kapı ise iş hanının girişini sağlıyordu…

Gazetenin giriş kapısı İzmir’de ilk kez otomatik sensörlü cam kapı idi.

Ziyaretçiler ilk anda, böyle bir otomatik kapı ile karşılaştıklarında, ne yapacaklarını şaşırıyorlar, ilginç görüntüler ortaya çıkıyordu.

 

*- İLK BEN EŞYALARIMI TAŞIMIŞTIM

 

Tütün deposundan bozma, gazete binasından yeni modern ve çağdaş binaya ilk taşınan ben Bölge (Yurt) Haberler Servisi Şefi Yaşar Eyice ile aynı katta (2. Kat) santral memuru bir arkadaşımızdı.

Diğer servisler daha sonra sırayla halâ kullanılan, ama patronların son yıllarda el değiştirdiği aynı isimli gazete binasına, gösterilen noktalara yerleşiyorlardı.

‘Boing’ lakaplı Uğur arkadaşımız daha sonra gülerek anlatmıştı;

‘Kan ter içinde, Ege ve yurdun dört bir yanındaki haberleri yazıp, baskıya yetiştirmeye çalışırken Patron Dinç Bilgin beni karşıdan izler, yanıma gelip ‘Yaşar Nasılsın?’ diye sorduğunda, ben de ‘dişlerimi gıcırdatarak, ‘Eyice’yim, Eyice…’ diye yanıt verirmişim…

İnanın farkında değilim, kendimi haberlere öylesine bağımlı kılmış ve kilitlemişim ki, halimi ancak Yazı İşleri’nde zamanla yarışanlar bilir…

Büyük Patron Dinç Bilgin de, halime gülümseyerek dördüncü kattaki odasına çıkar, ya da teknik servise geçip sayfaları incelermiş…

Biz ‘Ceyar!’ derdik patrona…

İş konusunda acımasızdı…

Tembelle, vizyon sahibi görmediğiyle işi yoktu…

Hatada kesinlikle affı yoktu!

Aynı sistemi Aydın Bilgin de sürdürdü.

 

*- BİRÇOK YENİLİĞİ İZMİR’E GETİRMİŞTİK

 

Türkiye’de ve dünyada ilk kez bu binada Bilgisayarla gazete çıkarmaya başlayan küçük, sayılı ekibin içerisindeydim.

6 bin tirajı varken, hata yapan bir büyüğümüzün yerine, davet üzerine Demokrat İzmir Gazetesi’nden, Patron Ayten Düvenci’den izin alarak transfer olmuştum bu gazeteye…

Ve tütün mağazasından bozma önceki yerleşim binamızda, Alman Kütüphanesinin altındaki zemin katta, patron Şevket Bilgin görevi Dinç Bilgin ile damat Cemil Devrim’e bırakmıştı.

Devrim yapılmış, ofset renkli baskı sistemine geçilmişti.

 

*- YETKİM BÜYÜKTÜ

 

Hiç unutmuyorum, ‘Görevim ve yetkim nedir?’ diye sorduğumda, sanıyorum yanımda önemli genç gazetecilerden Ender Coşkun ile ‘Laz’ Kenan vardı ve şöyle demişti, kulağı çınlasın Patron Dinç Bilgin;

‘Gerekirse uçak tut!’

Düşünebiliyor musunuz?

Diğer gazeteler siyah beyaz 36 pozluk fotoğraf filminin, basılacak kartının hesabını yaparken, muhabirler yürüyerek ya da toplu ulaşım araçlarıyla göreve giderken, Dinç Bilgin bana, haber konusunda, ‘Gerekirse uçak tut!’ talimatını ve yetkisini vermişti.

Ve bunu da Türkiye’de ilk biz yaptık.

 

*-  VE OLMAZI OLDURDUK

 

Göztepe’nin Bandırma’da çok önemli bir futbol maçı vardı.

Eskişehir’de, THK’nun yetkilileri ile konuşup, uçak kiralamıştık…

Uçak Bandırma’ya inecek, maçın filmleri pilota verilecek, ben de Çiğli Hava Alanı’nda uçağı karşılayacak, filmi alacak ve baskıya yetiştirecektim.

Ve proje aksamadan gerçekleşti.

O gün çok ilginç ve enteresan saatler, saniyeler yaşamıştım;

Havaalanının kulesince Balçovalı bir yetkili vardı…

Sayesinde uçakla bağlantı kurmuştum…

Yani istenileni yapmıştık…

Sonra bizim patronun özel uçakları, yatları da oldu…

Çünkü 6 bin trajlı gazetemiz büyüdükçe büyüdü ve 210 bin tana günde satmaya başladı. (Sonra Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birisi olmuştuk.)

Çünkü elimizdeki bobinler bu kadarına izin veriyordu.

Ve sabah saat 09’da bayilerde gazete kalmıyordu.

İnanılacak gibi değildi…

Ama gerçek buydu…

Hepsi ayrı ayrı yazılacak anlatılacak konular.

Şimdi yine başa yani ‘Çeşme’ye gitmeye’ dönüyorum…

Çünkü Prof. Dr. Erkan Sevinç de, bu konuda yazı yazılmasını istiyor, Çeşme ile ilgili bu dergi için…

Çeşme yüzünden nasıl aç kaldığımı anımsadım, bunları yazmaya başladım…

 

*- BİZİM OKULUN BAŞARILI MEZUNU

 

Gazi Osman Paşa Bulvarı’nda halen kullanılan binayı, Namık Kemal Lisesi’ni bitirdikten sonra Amerika’da yüksek tahsilini yapan Mimar O.E yapmıştı…

Ekibinin başında da, TCDD’den emekli Yol Servis Şefi Mimar

Vakur Sami Günöy vardı.

Mimar Vakur Sami Günöy de, Makine Mühendisi Nuri Arun gibi Almanya’da eğitimini tamamlamış vizyon sahibi elemanlardı.

Binamızı yapan ve o zamanlar Patron Dinç Bilgin ile çok samimi olan O.E, Çeşme’de önemli bir site yapmış, tüm daireler satılmış ama bir türlü belediyeden ‘oturma ruhsatı’ alamıyorlardı.

Çeşme Belediye Başkanı Saim Ertürk idi…

 

*- GÜVEN VE SAYGI, SEVGİ ÖNCELİK İDİ

İzmir’in merkezi dışında tüm ilçeleri de bana bağlı olduğu için, Çeşme’nin yönetim kadrosu ve tabii ki ‘Ağabey’ dediğim Saim Ertürk ile de dostluğumun, işbirliğimiz ileri seviyede idi…

Hiçbir zaman hiç kimseyi ne aldattım, ne de özel bilgileri başkasıyla paylaşmadım.

Birbirimizi kırmazdık…

Bunu, yani beni düşünmüş, bulmuşlar…

Birçok belediyede uygulandığı gibi, Saim Ertürk de, Çeşme’de inşaat yapan ve kazanç sağlayan firmalardan, işin büyüklüğüne göre, ‘temizlik aracı’ ya da fen işlerine gerekli teçhizatı aldırıp, bağışlattıktan sonra, binalara ‘oturma ruhsatı’ verdiriyordu.

Belediyelerin gelirleri yok gibiydi…

Birçoğu borçlarını da personel maaşını da zorlukla ödüyordu.

E. Grubu’ndan da, yaptıkları işin karşılığında ‘beş büyük damperle kamyon’ ile 3 tane ‘temizlik aracı’ yani çöp kamyonu istenmişti…

Araya girenler arayı bir türlü bulamamışlardı.

Bir de ben ricada bulunacaktım…

Patronum Dinç Bilgin, ‘Ben kendilerini kıramadım, ama kesinlikle benim adım geçmeyecek, sen de onlara eşlik edersin!’ demişti…

Anladığım ve hissettiğim kadarıyla sonucun olumlu biteceğini pek tahmin etmiyordu.

Zamanın lüks aracı ile O.E’nin kardeşi ile tabii ki benden yaşça büyük, Çeşme’ye gittik…

 

*-  SAİM ERTÜRK’ÜN HİÇ KİMSEYE ‘EYVALLAH’ I YOKTU

 

Kardeş Erdil, ‘Sen başkana git, ben seni dışarıda bekleyeyim!’ dedi.

Özel Kalem de, telefonları bağladığı için beni tanıyordu.

‘Seni birkaç dakika bekleteyim, misafirler var!’ demişti.

Sohbet ettik.

Haber verdi, tanıyanlar Saim Ertürk’ü ve ağırlığını bilirler.

Geldi, kapıda karşıladı, içeri girdik…

Lafı uzatmadan hemen söyledim:

‘Saim Ağabey sen birçok müteahhit gibi O.E.’den de bağış için şunları istemişsin…

Benden rica etti…

Bu kadar isteği yerine getiremeyeceğini ve batacağını anlattı.

Ben de bu yüzden geldim.

Ağabey sen büyüklüğünü göster…’

Çeşme Belediye Başkanı Saim Ertürk, bir kuruşun bile zimmete geçirilmediğini, istenilenlerin Çeşme’nin ve Çeşmelilerin hizmetinde kullanılacağını, belediyenin imkânları ile istenilen hizmetlere ulaşılamadığını kısaca özetledi.

Ben de, zaten konuları, istek ve şikâyetleri bildiğim için, ‘Ağabey sana yüzde bir milyon hak veriyorum. Ama sen beni kırma… Bu iş için geldim, benim de bu işten ne bir beklentim, ne de çıkarım var. Sadece İzmirli ve bizim okuldan olduğu ve çok başarılı bir işadamı olduğu için destek verelim!’ gibisinden laflar ettim…

İnanın bu konuşmalar 10 dakikayı geçmemiştir.

 

*- BAŞKAN ERTÜRK, DİLEĞİMİ YERİNE GETİRDİ

 

‘Hiç bağış yapmadan olmaz! Adam kayıramayız… Zaten hemen duyulur… Madem sen istiyorsun, o zaman bir küçük çöp arabası bağışlasın, hemen oturma ruhsatlarını verelim!’ dedi.

Teşekkür ettim, çıktım…

Kardeş Erdil beni gördü koşar adım yanıma geldi.

‘Ne oldu?’ dedi.

Ben de, ‘Küçük bir çöp aracı bağışlayacaksınız!’ deyince boynuma sarıldı.

Keyifler yerinde idi…

 

*- ‘KARNIN AÇTIR, GEVREK ISMARLAYAYIM!’

 

İzmir’e dönüyorduk…

Öğle saatini geçmişti…

Mustafa Kemal Sahil Bulvarı henüz yapılmamıştı.

Güzelyalı Parkı’nın orada, yaşamlarındaki belki de en büyük kazançla İzmir’e dönerken, Kardeş E. ‘Karnın acıkmıştır, şurada ünlü bir gevrekçi fırını var, birer tane alalım, açlığımız gitsin!’ dedi.

Teşekkür ettim…         ‘

Zaten hayatım ve mesleğim boyunca bir kişi bile ‘Yaşar Eyice’ye yemek ısmarladım’ ya da ‘Hediye aldım!’ diyemez…

Gazeteye geldik, Dinç Bilgin’in yanına çıktım, gelişmeleri anlattım…

O da teşekkür etti…

 

*- YEMEK BİTMİŞTİ

 

Sonra gazetede yemek çıkıyordu, lokanta kısmımıza gittim…

‘Yemek kalmamıştı!’

Yani aç kaldım…

Acaba ‘gevrek’ almasına izin verse miydim, aç kalmamak için?

Bu da soru mu?

Bir gün değil, bir hafta aç kalsam hiç kimseden böyle bir istekte bulunamam…

Demek ki, Çeşme Belediye Başkanı Saim Ertürk üzerinde öyle bir intiba bırakmışım ki, hiç kimseyi dinlememiş, beni kırmamıştı…

 

*- SÖYLENTİLERE HİÇ KULAK ASMAZDI

 

Şu anda Çeşme’da sağ olan, önceki belediye başkanlarına ve özel kalem müdürlerine ya da basın danışmanlarına sorun bakalım, ‘Gazeteler, gazeteciler ve de özelde benim için ne düşünüyorlar?

Ben de merak ediyorum…

Özetle, Çeşme’ye gidip gelmem, aç kalmama neden oldu…

Tabii ki bu yüzden mesaim işim gereği geç saatlere kadar uzadı, haberleri toplayıp yeniden yazmak ve sayfalara yerleştirmek için…

Şunu da ilave etmek istiyorum, bilmediğime rağmen,

Patronum Dinç Bilgin, ‘Kutlayalım’ teklifine ‘Yaşar kesinlikle kabul etmez!’ demiştir.

Adım gibi biliyorum;

Patron Dinç Bilgin kesinlikle söylentilere kulak asmaz, zaten denemeden, bilmeden, görmeden, yaşamadan hiç kimse için not vermez ve ne lehinde ne de aleyhinde konuşmazdı.

Hesabını işine, performansına göre yapardı.

Şu an aklıma geldi:

İlk tanıştığımızda ‘Benden özel bir isteğiniz var mı?’ şeklinde soru sormuştum:

‘Genç adamsın, gazetenin dışında bize laf ve leke getirecek bir davranıştı bulunma, yeter!’ demişti…

Ne demek istediğini sonra öğrenmiştim…

Gerek Dinç Bilgin, gerekse Aydın Bilgin, hatta ilk patronum Ayten Düvenci bile, kıskançlıktan, fesatlıktan, işimi çekememekten ve benzer nedenlerle aleyhime konuşan, isimsiz mektup yazanlara gereken yanıtı bilgim dışında vermişler, gelişmeler sonrasında birçoğunu da öğrenmiştim.

Sanıyorum Dinç Patron belki de şu anlarda Çeşme’de de olabilir.

Dostları komşuları kendisine de sorabilirler…

Çünkü o, Aydın Belgin ve Güngör Mengi benim attığım her adımı biliyorlar, ruhumu okuyorlardı, bazı kişilere karşı…

Aydın Bilgin ile de konuşulur, Patron Yusuf Düvenci ile de…

Sahtekarlar, namussuzlar, iş takipçilerinin ve bir çayın hesabını yapanların dünyasından bir anımı paylaşmak istedim.

Belirttiğim gibi, bilmeyerek iyilik mi yaptım, kötülük mü?

Bunun kararını veremiyorum..

Ama birisi benden bir şekilde yardım isterse, başka fikirlere kapılmadan elimden geldiğince hep ve karşılıksız koştum, durdum…

Başka türlüsünü düşünemiyorum…

 

 

 

 

  Bu yazı 558 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  • BUGÜN ÇOK OKUNANLAR
  • BU HAFTA ÇOK OKUNANLAR
  • BU AY ÇOK OKUNANLAR
YUKARI