Bugun...
SON DAKİKA

Mevsim Salatası Yok; Muadilini Versek?

 Tarih: 17-01-2024 12:19:00
AYŞEİ YASEMİN YÜKSEL

Gerçekliği, çiftçisinden, esnafından iş insanına, emeklisinden çalışanına, asgari ücretlisinden gündeliklisine kadar tartışılmaksızın kabullenilmiş olgu “ne kadar ekmek, o kadar köfte” şimdilerde yaşanılarak doğrulanmakta, anlaşılmakta. Bir başka anlatımı da “parayı veren düdüğü çalar” deyişimiz bu olgunun.

 

“Hiç anketler yaptırmadan, bireysel bir yaklaşım ile toplumunun nasıl, ne halde olduğu cevabını, yüzdesi pek yüksek bir doğruluk ile nasıl alabilirim?” diye düşündüm de… Bu yanıt galiba asansör kapılarının dışında. Diyelim ki asansör kullanmak yerine merdiven inmek; onlu, yirmili katlar olmasa da sekizinci, yedinci, altıncı kattan her kattan geçe geçe cümle kapısına varmak! Hatta merdiven çıkmak... Eğer üçüncü, dördüncü katta oturmakta iseniz ya da oturan birilerine ziyarette bulunacaksınız gözünüz asansöre kaymasın, merdivenlere yönelin bir.

 

Bir merdiven inişlik bir süre, kokulardan sahanlıklarda çizilen toplumun tablosu gibidir aslında.  İster istemez bu sıralar yemek kokusuna pek duyarlı oldum desem yeridir çünkü o koku beslenip beslenemiyor olmanın ilkten habercisi, anlık bildirimi, malum. Koku varsa karınlar tok, yoksa karınlar zil çalmakta olduğundan!   Hayat döngüsünün tıkır tıkır yolunda olup olmadığının göstergesi, karınlarda ziller çaldıran saat o kokular çünkü. Döngü çarkının yakıtı, dişlisi.  Mutfakta kaynayan tencerelerden taşan kokusuz sahanlıklar, yaşam çarkının kaç dişlisindeki kırılma noktalarının sonucudur.

 

Diyelim ki tam yemeklerin ocağa konduğu öğleye doğru ya da akşamüzerlerine denk gelen bir sırada apartman merdivenlerinden iniyorsanız belki üç ya da dört, belki altı dairelik katların birçoğundan yemek kokusu taşmıyor dışarılara şimdilerde. Eğer bir yerde, ocak üzerinde tencere olduğunu haber veren kavrulmaktaki soğan kokusu duyuluyor olsa da yanan yağın tereyağı ya da zeytinyağı olmadığı da anlaşılıyor hemencecik. Ve artık burunlara pirzola, etli sarma dolma, mantı,  köfte, balık kokusu hiç mi hiç değmez oldu. Hamsi bile kokmuyor. Ki her kattan ya buğulaması ya mısır ununa bulanmış halde tavası ya hamsikuşu kokusu gelmeli idi kışın bu ayında, Ocak’ta. Öyle ya, Şubat’tan sonra hamsi yenilir halde olmaz pek.

 

Ki balık mevsimi geleli haylidir oldu. Yakın marketlerin kimileyin dışarıda olan balık tezgâhlarında kilosu iki yüz liradan aşağı balık pek yok. Ara sıra kilosu bin liraya kalkan balığı var ama. Çok yakın bir zamana dek hem denizlerimizden tutulan en bol balık olduğundan hem de barbun, akya, lüfer, somon gibi balıklardan çok daha ucuza alındığından başta emeklilerce beşer, onar alınıp buzdolaplarının buzluğunda her hafta en az bir kez yenmek üzere donmaya bırakılan koskoca palamutlar bile sudan ucuz değil artık, ateş pahası. Bakan bile kalmadı balık tezgâhlarına ki bildiğim bu tüketiciler gerçek anlamda beslenmeyi bilen ve beslenen yetkinliğe sahipti oldum olası.

 

“Nedir hane kapıları ardındaki durumumuz?” testi sırasında apartman merdivenlerini inip çıkarken burnunuza yemek kokusu gelmezse o zaman akla gelen şu; tütmese de yine de eğer bir şey pişiyorsa da o pişen, koku salmayan bir şey olmalı. Yani makarna! Makarna kokmaz. Bulgur pilavı dahi yapılsa soğanı ille kavrulacaktır; ama makarna yalnızca haşlanır. Yani makarna kaynar, pişmez. Haliyle de kokmaz.

 

Kaldı ki ocaktaki tencereden başka masaya, koltuk yanındaki sehpaya gelecek besinler var bir de, her bir vitamini alabilmek için. Yoğurdu var, salatası var. Meyvesi var. Cevizi, bademi, fındığı fıstığından tutun kajuya kadar yemişi bile var sağlıklı beslenebilmenin, sağlıklı beden ve kafaya sahip olabilmenin olmazsa olmazlarını sağlayabilmek için. Gel gör ki hem de katkısızı filan da değil, yoğurttan ekmeğe fiyatlar çoğu kişiyi onları almaktan geri koyarken çocukların ceplerinin onlar ile dolu olması, hem de ülkemizde hepsi de yetiştiğinden kahvaltıda, akşam televizyon karşısında herkesin atıştırması gereken yemişlerin ederini yazmaya gerek var mı?  

 

Ekmeklerin biraz sağlıklısı yani daha esmercesi, katkısızı yirmi küsur liradan başlayıp yetmiş liralara uzanıyor. Diyeceğim bizim toprakların kaç bin yıl öncesinin siyez buğdayı unundan ekmek, bugünkü bin yılda, şimdilerde bizim sofralarımıza uğramaz oldu. Sofra demek o sofraya oturacak her bir kişi için etlisinden ya da en besleyicisinden en az bir tabak yemek demek kadar bir kâse salata, bir kâse de yoğurttur eğer adamakıllı beslenme ise konu.   Ortalığı nefis kokulara bürüyen yemeklerin yapılmadığının apaçık göstergesi kokusuz sahanlıklarda bunu fark etmek, açlıktan olmasa da görülenin uyandırdığı düşüncelerden mideye kramplar duyumsatıyor bir merdiven iniş çıkışı sırasında artık.

 

Ekmek bulamayan pasta da bulamaz kuşkusuz. Yemek gelemeyen masalara salata nasıl gelecek o zaman? Salata, benim gözümde, yemek kadar öndedir. Hatta bazen ana yemek salatadır benim için. Tenceredeki ana yemek de salatanın tek kalmasına içi elvermeyen diğer gıdadır.

 

Eğer tencereler tek makarna görmeye başladı ise?  Salata getirilebilir mi o masaya? Kolay mı bir salata yapmak?  Bir bağ maydanoz kaç lira iken? Ki bir bağ maydanoz mesela, bebek bileği kalınlığında bile değil. Saysanız dokuz, en çok on sap. Bazen beş altı dal var yok. Demetlerin ortasından, içlerinden çıkan sararmış yapraklı saplar da cabası.

 

Bir salataya neler girmez ki! Geçtim sızma zeytinyağını, limonunu… Turpunu, teresini, rokasını, şalgamını… Mevsimine göre domates, salatalık, sivrisinden kavatasına biberi! Beyazından karasına lahanasını, havucunu... Gerçi şimdilerde mevsim salatası, dört mevsim salatasına dönüştü yılın her ayının her günü sera ürünü domates, salatalık, biber hatta kabak, patlıcan olduğundan. Marul ya da kıvırcık olmadı atom marul artık her gün tezgâhlarda, daaa… Satış bedeli yüzünden midelerde hazmedilmeyip, tezgâhlarda pörsüyor çoğu. Tezgâhın da suçu yok, üreticinin de, baksan.

 

Satış fiyatı, adı ile orantısız yani çok yüksek beş on yaprak var yok bir atom marul, salata yapıldığında dört kişilik aileye yetmez bile. Buralarda çoğu salata malzemesinin kilosu kırk dokuz lira doksan ya da doksan dokuz kuruştan aşağı değil. Fazlası var ama. Muzun kilosu yetmiş dokuz liraya kadar ki magnezyum nasıl alınır muz yemeden? Kalpler nasıl güçlenir? Yakınlara dek bildiğim yaşı hayli ileriler, muzdan nara, elmadan avokadoya, armuda birkaç tane meyve yerdi bir günde.   Çok yakın zamana dek marketlerde olan hindistancevizlerine de rastlamaz olduk şimdi ki bazı semtlerde bunları almak, tüketmek sorun değildi, hatta sıradandı. O zamanlar sıradan görülen hayatların sıradan alışverişlerinin şimdilerde sıra dışına bile değil,  büsbütün nostaljiye dönüşmesi!  Ütopik, akıldışı görünen her şey tam karşıya gelip, kendi gerçeğini yaşarken insanlara da yaşatırmış meğer!

 

Kahvaltı sofraları hele de hafta sonuna denk gelenleri şenliğe dönüşmeli, değil mi? Siyahından yeşiline zeytin, birkaç peynir türü, yumurta, bal, yeşillik olsun bulunamıyorsa hafta sonu kahvaltılarında dahi, beslenme nasıl olacak? Pastırmayı yazmadım bile ki İç Anadolu’da kimisi için kahvaltı masalarının vazgeçilmezi, ıslatılmış pişirme kâğıdına sarılı halde, tavada biraz tutularak çiğliği hafifçe alınmış pastırmadır. Ya da sahanda yumurtalısı yapılır. Yahut ekmek arası pastırmayı anmayayım bile. Hayvan sürümüz kalmadı ki pastırma severlerin bulacağı kuşgömü pastırma olsun ortada. Hadi bulundu, ya fiyatı? Fiyatı asgari ücretin, emekli maaşının kaçta kaçı? Yani unutulacak lezzetler ile dopdolu,  gıdasızlıktan sağlıksız olmaya bir yolculuğa mı çıktık acaba şimdilerde? Bu koyun yoğurdundan kavurmaya geleneksel gıdalar nasıl tadılacak, bir kez olsun tadını öğrenmek için bile olsa? Hadi bunlar yok masada, muadilleri var mı doğalından, gerçeğinden? Yerlerine onlar bari konulsun?

 

Hani şu sıralar reçete elde eczane eczane gezip doktorun yazdığı göz damlasına kadar bulamayan ilaçlar için önerilen bir şey var; “bu ilaç artık bulunamıyor, muadilini verelim?” Gerçi para yoksa ilaç da yok; ama elde olmayan ilacın muadili bulunabiliyor, cüzdan izin veriyorsa. Ancak ekmeğin, etin, peynirin, yemişin, meyvenin, sebzenin, yeşilliğin bir muadili var mı? Onlar olmadan yaşam sağlıklı sürebilir mi? Hastaları, bebekleri, hamileleri, yaşlıları, çocukları hiç anmayayım bile!

  Bu yazı 949 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  • BUGÜN ÇOK OKUNANLAR
  • BU HAFTA ÇOK OKUNANLAR
  • BU AY ÇOK OKUNANLAR
YUKARI