Bugun...
SON DAKİKA

KENDİNİ SEVEBİLİRSİN

 Tarih: 22-03-2024 10:23:00
YAŞAR EYİCE

*- NASIL OLACAK?

 

Hastanedeyim, görevliye randevum olduğunu söyledim.

Yanımda bekleyen bir hasta kadın, ‘Bu doktora nasıl randevu alabildiniz?’ diye sordu…

Bir profesör tanıdığımın yardımıyla dedim…

Telefonu bir türlü düşüremediğinden yakındı.

Yalnız o değil ki?

Olay İzmir’de bir üniversite hastanesinde geçiyor.

Bekleme salonu tıka basa dolu…

Koskocaman profesörler bir hastaya ancak beş dakikalarını veriyorlar.

Saat tuttum, bir iki kez…

Yani para ile tedavi de bu kadar…

Hızlanma için şöyle bir sistem uygulanıyor bazı bölümlerde…

Ekmek ya da et kuyruğu gibi erken saatte geliyor randevu alabilen sözde şanslı kişiler kan vermeye yönlendiriliyorlar, ödemelerini yaptıktan sonra.

Özel olarak kan verdikten sonra sonuçları iki saat içinde çıkıyor ve doktorlar da buna göre teşhis ve tedaviye geçiyorlar.

Yaşlı bir adam bağırıyordu, ‘Muayene olmadan kan verilir mi?’ diye…

Kimsenin umursayacak hali yok…

Herkes kendi işinin görülmesi, doktorun kendisini hiç olmazsa görmesini istiyor.

Moral için bu şart herhalde…

Geçenlerde ne oldu, YÖK yine ne çıkardı bilmiyorum, birçok profesör de istifa ederek üniversite hastanelerinden ayrıldıklarını öğrendim.

Nedeni üniversite hastanesi dışında muayeneleri olması.

Ama bunda da bir haksızlık var.

Önceki yıllarda muayenesi olanlara ‘Hakkı müktesep’ uygulanıyor.

Yani onlar için de bir sıkıntı yok…

Mesaisi bittikten sonra, kendisiyle normal şartlarda buluşma, görüşme imkanı olamayan hastalara muayenehanesinde bakabiliyorlar.

Parası olan için sorun yok…

Ama ya paran yoksa;

Buna da tanık oldum…

Tekerlekli sandalye ile sekreteryaya güçlükle gelen ve konuşma zorluğu çeken 30 yaşlarındaki biri ‘Başım çok ağrıyor!’ diyerek polikilinikte bir asistanın kendisini muayene etmesini istedi.

Görevli, ‘Randevusuz hiçbir hastaya bakılamayacağını, acil servise gitmesini’ söyledi.

Başı ağrıyan engelli gencimiz, bir şeyler söyledi, ama hastalığından dolayı geveler gibi konuşmaya çalıştığından anlamadım…

Buna üzülürken, gözlerimin dolduğu bir başka olaya tanık oldum.

Genç bir kadın, bir ayı geçirdiği için tekrar öğretim görevlisi doktoruna girip, nasıl ilaç kullanacağını sorması için tekrar ödeme yapması gerekiyormuş.

Kadın, ‘Benim aybaşına kadar cebimde sadece 125 kira kalıyor. Çocuğuma bu para ile makarna bile yediremem!’ diye feryat ederek yetkiliye anlatmaya çalışıyordu, sıkıntısını…

Bir aydan önce gelmiş, doktor ilaçlarını yazmış, aldıktan sonra mail ile nasıl kullanacağını belirteceğini söylemiş.

Ama bir türlü yanıt alamayınca, kalkıp gelmiş ve mutlaka kendisi ile görüşmek istediğini, fakat üniversite hastane veznesine para yatırmadan kapısından içeri girmesi imkansızmış…

Doktor Hoca’nın yönetin tarafından belirlenmiş ücreti ödenmeden işini görmesi olanak dışı.

Bir ara,’ parasını versem mi, ödesem mi?’ diye aklımdan geçirdim.

Kadın o kadar sinirli ve gururlu idi, ‘Ben hakkımı arıyorum!’ diye yanına gelip sakinleştirmeye çalışanlara da ‘Siz lütfen karışmayın!’ diyordu.

Çok da kibardı…

Bu arada belirteyim;

Konsolosluklara gidenler bilir, arada beklediğiniz iki kapı arasından geçerek içeri girebilirsiniz.

Herhangi bir saldırı ya da istenmeyen olaylara karşı tedbirlerden biri de bu..

Gittiğim serviste de durum böyle idi…

Bir görevli ya da sırası gelen bir hasta ile içeriye sızıp istediğiniz doktora oluşmanız da çok zor…

Önceki yıllarda Rektörlere ulaşıyorduk, şimdi hastanelerde bırakın başhekimlere yardımcılarına, hatta birim başkanlarına ulaşmak bile imkânsız halde…

Bir şekilde görev almış, hasta birimlerine derdinizi anlatırsınız, not alırlar, bazen de size kuralları anlatırlar…

Bunları düşünürken, 20 yaşlarında bir genç kız, heykel gibi duruyordu.

Yanında üç kadın hasta ‘Neyin var?’ diyorlardı.

Unutmuştu!

Ne sorulanları anlıyor, ne de randevu aldığı doktorun adını ve neden geldiğini biliyordu…

Hafızasını kaybetmişti, o an için gitmişti…

Yer verdiler oturdu..

Sanıyorum yarım saat kadar sonra bir doktor adı verebildi…

İyileşmeye geldik, daha fena olduk…

Gözlerim yaşlandı, ağladım… Kendimi tutamadım… Çevremden saklamaya çalıştım…

Yanımdakilere de ‘göz hastasıyım!’ dedim, inandılar mı, bilmiyorum…

Daha çok yazacaklarım, anlatacaklarım var…

Ama şunu söyleyeyim:

Doktorlar ellerinden geleni yapıyorlar, her türlü sıkıntılara rağmen…

Öyle gördüm…

Umarım herkes mutlu olur ama bu sistemle nasıl olacak?

 

*- BENCİLLİK DEĞİLDİR

 

Son yıllarda moda oldu..

‘Kendini sev!’ diyenler yalnız doktorlar değil…

Bildiğim kadarıyla sevgi ‘Kendini sevmek!’ ile başlıyor.

Şunu da belirteyim:

‘Kendini sevmek( ile bencillik, egoizm, narsizm veya megalomani arasında çok derin uçurumlar var.

Burada dengeyi iyi korumak gerekiyor;

Aksi halde, kantarın topuzu kaçtığında, zararı yine kişinin kendi varlığında kök salıyor.

İşte tam burada  bir alıntı yapmak istiyorum:

‘Kendini sevmek, kendine zaman ayırmak, kendine değer vermek, ihtiyaçlarını önemsemek, “bencillik” etmek demek değildir.

Bencillik, paylaşmamaktır.

Kendinde olanı, sadece kendine saklamaktır.

Neşeni, coşkunu, iyiliğini, bonkörlüğünü, hoşsohbetini, bilgini, zamanını, enerjini kimsenin yararına kullanmamak, stoklamak ve çürümeye bırakmaktır.

Diğer bir deyişle enerjiyi istiflemektir.

Oysa istiflemek, yoksunluk bilinci ile ilgilidir.

Kileri ağzına kadar bakliyatla doldurup, sonra bu bakliyatı kurtlanmaya bırakmaktır.

Ne kendini, ne de başkasının karnını doyurabildiğin değerli bir mahsule hamallık etmektir; ziyan etmektir’

Özetle şunu bilmeliyiz;

‘KENDİNİ SEVMEK, BENCİLLİK DEĞİLDİR!’

  Bu yazı 847 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  • BUGÜN ÇOK OKUNANLAR
  • BU HAFTA ÇOK OKUNANLAR
  • BU AY ÇOK OKUNANLAR
YUKARI