Bugun...
SON DAKİKA

Örümcek Ağına Yakalanmak

 Tarih: 22-03-2024 09:15:00
AYŞEİ YASEMİN YÜKSEL

Otel inşaatı temel atma törenleri yıldırım düşmeden çıkan orman yangınları ile başlıyorsa eğer, yanan biraz da “değişim” kavramıdır. Değişmeyen tek şey olan değişimi kuşa benzetmek bile değil, kuşun yumurtasına döndürmektir  ona müdahale. Malum, yumurtalar kek harcına girene kadar kabuklarında saklı, görülebilir, sayılabilirken kek hamuruna girdiklerinde un, şeker, yağ, yoğurt ile bir güzel çırpılıp, başkalaşırlar.  Bazı değişimler,  kimi şeylerin yok oluşu sonrası ortaya çıkar yani.

 

“Değişim” sözcüğünün ruhtaki yankısı çoklukla hoşnutsuzluk duyulan koşulların, ortamların bir çırpıda sihirli değnek değmişçesine değişiverecek algısı uyandırması. Bu yüzden değişim üstelik vaat olarak sunulduğunda o rüzgâra kapılmayacak kimse yok gibi. Büyülü kavalın peşe taktığı müzik sanki. Öyleyse her değişim vaadinin peşine takılmak Fareli Köy çocuklarının başına gelenleri bir kez daha yaşamaktan öte gidemeyecektir. Yine de “değişim” kavramı öyle büyülü ki bu vaadi duyup da ardına düşmeyen yok gibi. Sorgusuz sualsiz.

 

Değişim; ama neye değişim? Varlıktan yokluğa mı? Aklın önceliğinden akıldışılığın bataklığına mı? Etikten etiği çiğnemeye mi? Neye? Ne için, kim için? Getirisi, götürüsü? Yararı, zararı? Önerilen her değişim ille gerekli midir? Yoksa bir hesabın kitabın ön hazırlıkları mıdır? Bunlar sorgulanmazsa dayata dayata da olsa gelen değişimler yani başkalaşımlar kalıcı olarak en güzel köşelere yerleşir de hatta. Bir kez yerleştiğinde de elde ne köşe kalır ne bucak. Diyelim ki o köşeler yaylalar olsun,  zeytinlikler, meralar, tarlalar olsun. Elden gidenlerin sonrasında belirir asıl değişim. Vaktinde eldekiler ile doyan karınlar, eldekiler gidince artık açlıktan zil çalar. Böylesi artıdan eksiye değişim,  üçüncü cemreye aldanıp da çiçeklenmiş bahar dallarına don vurmasından farklı değildir. Mart’ın kapıdan baktırıp kazma kürek yaktırma huyunu hesaba katarak don vurgununu önlemek mümkündür oysa.

 

Belli ki öteden beri değişiklik yapmaya bir meraklıymışız ki önceleri ceviz ağacından mobilyalardan formika mobilyalara küme düşerken şimdilerdeki dekor anlayışımız büsbütün gösterişe sardırdı. Sanki düğün takıları eritilmiş de koltuklara, çerçevelere, masalara sıvanmış gibi gözüken, otururken kendini iğreti hissettirecek yaldızlı eşyalar döndü değişim ibremiz.  

 

Yeme içmeye, tencerenin içine koyulanlara kadar başkalaştırdık değişim sevdamız yüzünden.  Cam kavanozlarda saklanan ev yapımı salçalar, plastik şişelerdeki katkı zengini ketçaplara dönüştüğünden beri yemeğin harcı olmaktan çok dürüm desek dürüm değil, ekmek arası desek o da değil hamburgerin, makarnaların sosu oldu. Yemek harcı olarak tencerede yağda kavrulan soğan ile salça kokusunu duyup, sokaktaki oyununu bırakıp eve koşturduktan sonra ekmeğin ucunu koparıp, arasına bu harçtan ekleyerek yapılan atıştırmalar da kalmadı böyle olunca.

 

Hem de nasıl bir algı kesilmiş ki değişim başımıza, kendimize kadar değiştirdik. Öyle bir değişenler oluyor ki göz rengine kadar yüzü gözü, burnu değişime uğramadan önce çektirdiği vesikalık fotoğrafları bile artık kullanamaz oluyorlar. Albümlerdeki çocukluk fotoğraflarına benzemiyorlar. Doğdukları yüz ile göçmemeye yemin etmiş gibiler. Biz değişimi,  tersinden anlamış olmalıyız ki olduğu gibi kalması gerekenleri olmayacak hallere sokarken düzgün gidenlere makas değiştirtip, yolundan çıkarabildik. Değişimi anlamayınca sonuç başka türlü olamazdı haliyle.

 

Değiştirdikçe değiştirmelere doyamadığımızdan bambaşkalaştırdığımız koşullar, ortamlar kırılma noktasının da aşılması ile sonunda bumeranga dönüşüp, gelip bizi bulur. Değişim çığırtkanlığı ile yok ettiklerimizden yoksunluk ağır bir bedeldir. Yok etmek anlamındaki değişim tarlasız, hayvansız kalmak olunca ürünsüz de kalınacaktır haliyle. Ürün olmayınca yokluk olur. Kendisini doyuramaz haldeki kişi olsun, kalabalık olsun,  yuvaya yem bırakacak gagaları bekleşirken çırpınıp duran kuş yavrularına benzer.

 

Kırk yaş üstündekiler, bizler içteki dıştaki, uzaktaki yakındaki, köylerdeki kentlerdeki, doğadaki, Dünya’nın başka ülkelerindeki, teknolojideki değişimleri seyrettik alenen. Tarih,  belgesellerden değil, gözümüzün önünde aktı. Diyelim ki bizden öncekiler yani anne babalarımız radyo dinleyerek büyümüş, haberleri gazetelerden takip etmiş, daktilo ile çalışmış kuşaktı. Biz, televizyon ile büyüyen, daktilonun yerini bilgisayara bıraktığı döneme denk gelen, teknolojinin sıçrayışlarına alışmış kuşak iken şimdikilerin hatırı sayılır bir kısmı “boynuz kulağı geçer” lafını doğrulayamaz haldeler. Geçiş kuşağının bilgisine,  kültürüne, donanımına asla erişemeyecek görünüyorlar. Cep telefonunun, yazılımların dilini bellemiş halde doğmuş olsalar da. Noksan öyle çok yanları var ki! Böylesi bir değişimi gerçekleştirmiş olmaya ancak “tepetaklak olmak” denilebilir. Kat edilen mesafe diyelim ki bilimde, akılcılıkta ya da başka dallarda yükseliş yönünde değil de çakılış olunca!

 

Çakılmamak için sorgulayıp, irdeleyebilmek gerek. Kendine kadar irdeleme hem de. “Ben,  işyeri odamın kapısındaki pirinç levhada, adımdan önce gelecek  şu sıfatları istiyorsam o, öyle olsun”, “ben, herkes karşı çıksa da kendi istediğim büyük değişimler yapmak istiyorum”  demeden önce yani kaptan kesilip, dümeni ele almadan önce kendimize sorduğumuz tek soru olmalı; “yapabilir miyim?” Kendine karşı bile dürüst olmayıp, bu soruya samimi cevap vermeyenler elbette çıkar; ama o zaman işin de suyu çıkar. Çünkü samimiyet taşımayan  yanıtların bedelini tek veren değil,  yığınlar çekmek zorunda kalabilir. Beklenen değil de istenmeyen değişimler gerçekleşebilir.

 

Bildik bileli Güneş’in batışı bir değişimin başlangıcıdır.  Yeni bir doğuştur. Gün batınca sırası gelen Ay, karanlığın feneri olarak bulutlardan süzülüp çıkagelir. Karanlığın hükmünün sonunun geldiği saatlerde de tersine akış olur bu kez. Gök, ışıksız kalmaz, değişim yaşadığı her defasında. Bu da bize masmavi, uçsuz bir sayfadan değişimin doğasını anlatır. Değişim, yalnızca ruhu okşayan, beklentilerin gerçekleşeceği umutlarına gebe bir yaygara değil o zaman. Laf olsun diye yaşanacak bir şey hiç değil. Ancak daha çok öyle olduğundan olacak beklentilerdeki değişimler ile gerçekleşen değişimler örtüşmez  halde çoktandır.

 

Planlanan değişimin gerçekleşen değişim olmaması, örümcek ağına düşmek anlamına gelebilir. Örümceğin ağına düşenin başına neler gelir, herkesçe malum!  

  Bu yazı 409 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  • BUGÜN ÇOK OKUNANLAR
  • BU HAFTA ÇOK OKUNANLAR
  • BU AY ÇOK OKUNANLAR
YUKARI