Bugun...
SON DAKİKA

Akıl ile Deliliğin Bilek Güreşi; “Buzlar Çözülmeden”

 Tarih: 31-01-2024 11:32:00
AYŞEİ YASEMİN YÜKSEL

Az deli değildik zaten! Övgülerimizi delilik pekiştirirdi. Güvenilir, mert bir gence “delikanlı”, aklına geleni yapmaya, diline geleni söylemeye sınır koymayanlara “delidolu” derken  “delimsek” bulduklarımız arasında en yakın arkadaşlarımız bile olabilirdi.  Yetmedi ama deliliğin bu kadarı bize! İyisi mi tümevarımcı olmaktı. “Delişmen” sulara dalmayan kalmasındı, zırdeli, zırzır deli olmak varken.

 

Aslında birkaç yüz yıl önce, topluca delirenlerden olmamış da değiliz. Ne yapsalar, ne etseler hayat koşulları ile başa çıkamaz olmuş toplumda kim var kim yok sokaklara dökülüp, akşamdan sabaha kadar günlerce oynamış da oynamışlar. Belli ki akıllı uslu oldukça çözemediklerini bir de deliliğe vurarak çözmeyi denemişler.  

 

 “Deli” damgası yemiş kimilerinin akıllarına yetişilebilecek gibi değildir bazen. O akıl, alt edilemeyince tek yol kalmış anlaşılan; baş edilemeyen zekâya “deli” demek. Akıl ve akılsızlığın yani yetkinlik ile yetersizliğin bilek güreşinde yetersizlik, yetkinliği böyle yenmiş hep. Diyeceğim, kimi delilikler karşıdakileri delirtecek kadar keskin akıllar olabiliyor aslında.  Bunun nasıl olabileceğini de bize Cevat Fehmi Başkut tarafından yazılmış bir tiyatro oyunu gösteriyor; “Buzlar Çözülmeden”. Bilek güreşinin yenilmezinin, buzlar eriyene kadar deli bellenen akıllar olabileceğini anlatan yapıt, tiyatroda defalarca oynanmış, filmi de çekilmişti. Böylesi oyunlar, ucuz espriler ile donatılmadığından eğlendirmez;  dokundurur ama. 

 

Birkaç yüzyıl öncesindeki gibi çalıp söyleyip, oynayarak olmasa da yeniden delirdik! Kimimiz para için delirdi. Kimimiz “ben istedim, oldu!” delisi. Kimisi hak edip etmediğine bakmaksızın konu kendisi ise  “işine geldiği gibi delisi” oldu. Tek hız, şiddet, gösteriş ile güçlü olunur sanıp, güç kavramının pervaneleri yani “deli divanesi” olduk.  Dünya süsleri aldı aklımızı.  Hak etmeden elde edilenler ile de “ne oldum delisi” kesildik, “buldumcuk delisine” döndük. “Ben” demeye başlayanlar giderek “biz” demeyi unutur.   Böylece birer birer “ben, ben, yine ben, her zaman ben” delilerine dönüştük.

 

 “Dellenme” çizgisinden başlayıp, “delirme” bitiş ipini göğüslemeye doludizgin koşturduğumuz şu sıralarda dönüp arkaya baksak göreceğimiz başlama atışı ne olurdu? Aklın onurlandırdığı insan olmayı, her anlamdaki akılsızlıklarımız ile boğduğumuzu mu görürdük? İnsanlığın canına okuduğumuzu anladığımızda bu hale canımız sıkılır mıydı? Kendimizi eleştirir miydik yoksa belki gerçeklerden kaçmaktan belki de işe gelmediğinden bunu bile yapamazken demagojinin hasını mı yapardık? Yani laf ebeliğine mi dökerdik işi?

 

Ne yakınmaların, ne eleştirilerin, ne bunaldıkça bunalmaları her fırsatta anlatıyor olmanın fayda sağlamadığını görenlere ne olur?  Hele de halini anlatanlara “halinde ne varmış? Gayet iyi. Sana iyi değilmiş gibi geliyor” gibisinden yaklaşımlar olursa?  Birdenbire elindeki avucundaki ile hayatını sürdüremez duruma gelmişler dellenmesinler de ne yapsınlar? Anlamaya çalışsak biraz bu durumdakileri.

 

Hal böyle olunca şaşaadan trafikte hız deliliğine yaşamlar sürdürenler, tek derdi günde bir simit olsun yiyebilsin olanları anlayabilir mi? Sonrasında da ne yapsalar bir türlü anlaşılamayanlardan olmuş diyelim ki çevrede gayet düzgün biri olarak bilinen işsiz bir uzay mühendisi gencin neden kendi canından vazgeçip, hayattan koptuğu belki de hiç anlaşılmayacak ne acıdır ki! “Etmiş bir delilik. Gençlik işte” denip,  geçilecektir hatta.

 

Bir, paraya yani belli güce dayanan şeylerin delisi olmak var bir de giderek zorlaşan hayatın yükü altında kalarak delirmek var şimdilerde. Yani nedeni, sonucu apayrı, taban tabana zıt iki delilik ile karşı karşıyayız.  Şimdilerde çoğumuz “öyle bir şey asla olamaz” dediklerimizin olduğunu görmekten delirmekte. “Bu kadarı da olmaz”, “aklı olanlar bunları yapmaz”  denilenler bir bir oluverince aklın yolundan sapmayanlara tek seçenek kalıyor besbelli;  gerçekten delirmek! 

 

Oysa bildik bileli “herkes deliye hasret, biz akıllıya”  diyenlere ne şaşardık! Bunu demek için nasıl bir yılgınlık yaşanmış olabileceğini merak ederdik. Nasıl yorucu, yıldırıcı,  can yakıcı, sağduyusuz vakte denk gelindi ise çekilenler bir atasözü olarak bugüne miras kalmış!   

 

Bu atasözümüz şu sıralar sıkça söyleniyorken “Buzlar Çözülmeden” oyununun değil afişini görmek hala ayakta kalabilmiş tiyatroya rastlanmaz oldu nerede ise. Artık sokaklarda çala söyleye oynayarak delirmiyoruz. Hayatın en ağır yükünü sırtlananlar yani çocuk, yaşlı genç, öğrenci, çiftçi, esnaf maaşın iki katı kiralar, gıdalardaki etiketler, faturalarda yazanlar karşısında delirmekten de ağır bir rolü, kendi yaşamları olarak gerçekten oynuyorlar.

  Bu yazı 847 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  • BUGÜN ÇOK OKUNANLAR
  • BU HAFTA ÇOK OKUNANLAR
  • BU AY ÇOK OKUNANLAR
YUKARI