Bugun...
SON DAKİKA

Kadife Karası Göğün Yedi Kır Saçı

 Tarih: 13-07-2023 08:18:00
AYŞEİ YASEMİN YÜKSEL

Canına, can yakacak kadar okunmuş kavramlar var şu sıralar, görgü gibi. Öyle ki gösterişe kaçmak görgü, sanılır oldu. Restoranda yenilenlere kadar paylaşımlara yansıdı. Oysa ailede, çevrede görülüp edinilenlerden gezip kültür tanımaya bir çeşnidir görgü. Adı üzerinde görgü, midenin gördükleri değil, gözün gördüklerinin hali tavrı eğitmesi idi.  

 

“Oku!”mayı, tek canına okumak bellemek, güzel ne varsa çiğne geç demek olursa? Çocukların, kadınların, ormanların, hayvanların hatta denizlerin canına okumak! Okumak, dövizci tabelalarının değişkeni kur değerleri ile futbol maçı sonucunu kestirmeye indirgenince olacağı buydu; elmalar ile armutları birbirine karıştırmak! Görünüşe, gösterişe indirgenmiş görgüsüzce her şeyin çıkacağı tek yön de haliyle keşmekeş!

 

Görgü ne zenginlere has ne de pek cakalı yürüten giysiler ile mümkün. Doğulan, yetişilen ortamlarda edinilmiş gerçek anlamdaki değerlerin üstüne koymak, dahasını getirmek herkesin kendine kalmış bir şey. Sürekli gelişmek, yeni şeyler öğrenmek için seksenlerde düzenli bir hal almaya başlayan, doksanların ikinci yarısında herkesin ilk fırsatta gerçekleştirdiği çok keyifli bir yol bulunmuştu Ankara’da; hafta sonu turları.

 

O sıralar, gün gelip de o günlerin mumla aranacağı, bırakın gezip görerek görgülenmeyi karın doyuran her şeyin önceleri XXX small olan fiyatlarının giderek large’a, sonra X large’a, daha sonra XX large’a derken XXX large ve daha ötesine koşacağı kimselerin aklına gelmezdi. Herkesin iyi ya da daha az iyisinden işi gücü, geliri vardı o vakitlerde. Çalışan maaşları, eğer ev kira ise ona da yeterdi, gezmeye, tatile de. Elbette ayaklar yorgana göre uzatılırdı; ama çoğu şeyde öyle aman aman yoksunluk çekilmezdi. Diyelim ki her yıl en az yurt içinde bir, iki tura katılırdı insanlar. Ya şimdi? Şimdinin bir kilo meyve parasına yirmi yıl önce bir tura katılabilirdiniz. İsterse hafta sonu değil, günü birlik tur olsun.  Kimi gezilerin bugünkü bedelinin, o günlerdeki ikinci el hatta bazı sıfır araba fiyatına denk gelmesi de cabası.

 

Ankara, çoklukla aylıklı çalışanların kentidir. Öyle ki İstanbullu biri çalıştığınızı öğrendiğinde sizi bankacı sanır ilkten. Ticaretin bunca içinde olduklarından olacak karşılaşılan tek çalışan bankacılar besbelli. Haftanın beş günü, belli saatlerdeki iş döngüsünün kırılıp, farklı mimari, kültür, doğa, dokular görmeyi sağlayan hafta sonları turları,  yakın kentlerde kısa konaklamalarda bulunmaktı. Öyle ya, burada ne Elazığ’daki gibi feribota binince Pertek’e kadar suda gidilebilir ne de Van Gölü’ndeki gibi tekne turunda adada mola verilir. Yahut Fırat Nehri, Murat Çayı, Munzur Çayı kenarında, su şırıltısında kitap okurken uyuklanabilir.  Burada hafta sonu soluklanması,  pusulanın gösterdiği yönlerden birine birkaç saat yol aldıktan sonra olabilir. Rotanın şaşmaz ibresi ille Batı Karadeniz’dir.  Amasra, Bartın, Bolu, Eğirdir Gölü, Yazılı Kanyon, Kapadokya, Şile, Ağva, Polonezköy, Kefken, Kerpe hatta Tokat Borabay Gölü gezilmişler listesinde kaç kez işaretlenen başlıklardır.   

 

İki günlük kültür turları ardından lafa ille “ilk fırsatta oraları yeniden göreceğim” diye başlanırdı. Gidilen her yerden öyle hoşnut dönülürdü ki  “tam yerleşilecek yer”  düşüncesi bile gelişirdi akılda. Gittiğim birkaç yer dışında hemen hepsi için “yerleşilesi yer” diye düşünsem de gerçekten yerleşmek istediğim tek yer hep Kastamonu oldu. Ağaçlar arasında mangal dumanı tüttüren anlayıştan uzak kültür turları, kış ya da baharda Maşukiye’nin doğa güzelliğinde kaybolmak iken daha uzun günlere yayılan Göbeklitepe gezilerinde tarihin içinde yitmekti.

 

Sabah daha yedi demeden binilen tur otobüsleri ile en çok iki saat uzaklıktaki Bartın, Karabük, Karadeniz Ereğlisi ormanları, kanyonlar, şelaleler, şirin kasabalara sanki bir anda ışınlanmışçasına düşüvermek, en doğru para harcama biçiminin böylesi gezmeler olduğu konusunda sizi haklı çıkarırdı. Ankaralılar için Şile, Ağva, Polonezköy, Kerpe, Kefken ne İstanbul’dur ne de İzmit. Oralar Batı Karadeniz turunun her yıl ille gidilen noktalarıdır. Yine de Batı Karadeniz’de gidilen yerler içinde ilk sırada Amasra gelir.   

 

Karabük ormanlarından geçerken “buralara yol yapılırsa başına gelmeyen kalmaz” korkusunu duyumsardınız. Ödünüz sıdar o koyu yeşil, yaprakları arasından püsküller sarkan kestane ağaçlı, mağara girişinden yüzlerce basamak altta önce gürül gürül sesi duyulan sonra mavi suyu görülen yeraltı nehrine, oralara bir şey olacak diye.  Çünkü yol giden her yana insan da gider. İnsan ayağının değdiği yerlerde insan eli hoyrat işlere kalkışabiliyor.

 

Ne denli uygar bir kent olduğunu o zamanlar tek bir kavşakta olsun trafik lambası bulunmaması ile anlatan Sinop’un Kalesi’nde kahveler, çaylar denizin üzerine konmuş martıları andıran beyaz teknelerin demirlediği Karadeniz seyredilerek içilirdi. Defalarca gidilmiş olsa da sanki ilk kez görülmüş gibi hissettiren çok farklı bir kenttir Sinop. Kale’den manzaraya bakarken her turda aklınızdan geçen düşünce yine belirir; “benim Ülkemden daha güzeli yok!” Sinop’un her yanı gibi Gerze de bambaşkadır. Orada öğrendiğim bir hayat hikâyesini öyküleştirmişliğim de var.

 

Gelin de deniz kıyısında yaşayanlara gölün güzelliğini anlatın! Krater gölünden, göçmen kuşların konakladığı Eğirdir’den şelale havuzcuklarına kadar göl güzelliği!  Ancak Düzce’ye yakın bir göl var ki! Tek kare fotoğrafı bile göl ne demektir anlatmaya yeter; Efteni Gölü! İlkten titrek bir fırçadan çıkma resme benzer. Daha iki saat önce metropol arterlerinde iken birden Samandere Şelalesi’nden dökülen suyun çağıltısını duyup, suyun gücü nedir görüp, sıçrayan damlalar ile ıslanmanın keyfini yaşarken bunun gerçek olduğuna inanmak istersiniz. Efteni Gölü’ne bakarken aklıma yazar Ayşe Kulin gelir. Bir romanına aylarca saklandığı Ağva’da başlamış, bitirinceye dek de orada kalmış.

 

Samandere Şelalesi’nden de görkemlisini görmüştüm, daha uzaklarda. Erzincan’da. Her yanın yemyeşil koyu orman olduğu Munzur Dağları’ndan gelen dokuz derenin, otuz metre yükseklikten döküldüğü Gürlevik Şelalesi, oradaki buğulu hava, yeşilin yaşıl olduğu tazelikteki doğa ile gerçek anlamda tanışmak demekti. Yeşil sözcüğünün aslı yaşıl imiş. Yüksekten gürleyerek dökülen suyun oluşturduğu dereciklerin, havuzların hangisinin başına varacağınızı şaşardınız Gürlevik’in altında ıslanırken.

 

Üzeri metropole dönüşmemiş toprağın metropol öncesini yani aslını görürsünüz böyle turlarda. “Kimseler hala el değmemiş denecek kadar bozulmadan kalmış burayı görmesin; buralara yol yapılmasın; film, dizi çekilip de tanınmasın” dilersiniz. Niye mi? Vaktinde küçücük, kendi halinde bir köy olan Alaçatı’nın başına gelenler orada çekilen bir dizinin sonrasındaydı.

 

Kumuna kadar kapkara Karadeniz hep hamsi ile özdeşleşmiş olsa da Amasra’da, kıyıdaki ahşap restoranda ille kızartma barbun balığı yenilirdi. Yanında da Amasra salatası. Ki bu salata Batı Karadeniz’in bilinir.  Hele de Filyos’ta masaya gelir gelmez biter ilk salata kâsesi, daha balıklar gelmeden. Tabakta küçük bir tepecik halinde sunulan Amasra salatasında ıslak ışıltılı pancar turşusunun bordo renkli dilimleri göze çarpmalıdır.

 

Zonguldak, kömürün kurşun kalem olup, suya rengi ile imza attığı kent. Havası, kömür sisi renginde. Kent, kömür tozu kokuyor. Denizi bile kömür suyu sanki. Yine de orada yenilen köftelerin tadı belki kömür ateşinde olduğundandır hiç unutulmazdı hafta sonu tatilcilerince. Zonguldak’ta iseniz mutlak bir kömür ocağı gezilecektir. Başka hiçbir kentte kömür ocağı gezmemiştik. Ha, Avusturya’da, dağların içinde bir maden ocağını gezmişliğimiz vardı. Dünya Savaşı sırasında orada çalıştırılan atlar aylarca gün ışığına çıkamamışlar, çok uzun süre karanlıkta kalmışlar. Tekrar yukarı çıktıklarında,  Güneş ışığını gördükleri an gözleri kör olmuş. Ve vurulmuşlar. Bunca dokunaklı öyküsü olan o ocağı çok sonraları defalarca su basmış. Şimdi büyülü bir lir müziği eşliğinde,  titrek, cılız ışıkla aydınlatılan mağarayı andıran oyukları doldurup küçük gölcükler oluşturmuş su birikintilerinde en fazla üç, dört dakika sürebilen gondol gezisi yapılıyor. Öylesi içli bir öykünün bugüne bıraktığı, yer altındaki küçücük gölcüklerde, lir müziğinde şiirsel sandal gezileri olmuş.

 

Parasını kültürden yana harcamaya düşkün çoğu Ankaralı yakaladığı her fırsatta Polonezköy’e gidip, pek pahalı Polina pastalarından tadardı. Pastaların tadı değil, fiyatı pek tuzluydu. Yine de çardağımsı köşesi, Karadeniz meyvelerinden olan karayemiş dalları ile kaplı olduğundan koskoca ve seyrek taneli üzüm salkımları gibi dallardan sarkan karayemişlerin pek değişik ve hoş kokusunu duymak, birkaç olgun tane koparmanın keyfi için değerdi. Kokusu mu daha güzel, tadı mı hiç emin olunamayacak meyve karayemiş olmalı. Polonezköy’de bisiklet takımlarının konakladığı koskocaman çayırlarda bazen komşunuzun torununa rastlar, Ankaralıların uzaklarda karşılaşmasını “Dünya küçük” esprileri ile kutlardınız.

 

Dinlenmek, yamacına bağdaş kurulmuş yüksekteki bir peribacasının eteğinde ora rüzgârının sesini dinlemekti.  Kefken’de denize uzanan ince çizgiler gibi katman katman kayalığın bulunmaz yabanıl görüntüsü, duvar takvimlerinden tanıdıktı. Yurtdışında Ortaçağ köyü, kasabası diye gezdirilen; ama saklıdan saklıya kasveti de olan yerlerden çok daha şirin Polonezköy’ün beyaz kireç boyalı toprak evlerinin köy kapılarının üstündeki demirler erguvandan, gülden görülmezdi. Eski, güzeldi! Çoğu yeni, güzeli bozan oldu! Bozgunculuğun adı da “yenilik” oldu!

 

Dört mevsimin her birinde ayrı renkte seyredilen Abant, Gölcük, Yedi Göller, Sünnet Gölü Ankaralıların Bolu’daki rotasıdır. Soluğun, ruhun, başın dinlendiği Bolu Dağları, evlerindeki saksılarda bir türlü siklamen yani tavşankulağı büyütemeyenlere her adımda tavşankulağı öbekleri sunar. Gölcük Gölü’nün nilüferleri, kurbağaların koltuklarıdır. Göllerde denizdeki gibi dalga sesi değil, her ürküşlerinde güneşlendikleri yapraklardan kurbağaların suya atlayışlarının sesini dinlerdiniz o zamanlar. Şimdi zurnadan canhıraş bağırtıya yozlaşan her yerde duyulanlar ile inliyor oralarda da doğa.  Abant yolunun pek bozuk olduğu zamanlarda, yirmi yıl öncesinde, Temmuz gibi gidilebilirdi anca Abant Gölü’ne. Yol bozuktu; mevsim aylardan Haziran demez, buzlu olurdu bir de. İşte bu yüzden doğa bir Temmuz’dan öteki Temmuz’a bozulmadan kalırdı. 

 

Batı Karadeniz de, Şile, Ağva, Polonezköy, Kefken, Kerpe de, Kapadokya, Pamukkale, Frig Vadisi, Yazılı Kanyon, Salda Gölü ve her Ankaralı için hafta sonu noktası olan daha birçok doğa köşeleri de hala yerli yerinde. Hepsi yerli yerinde de on beş, yirmi yıl öncesine kadar çekilen fotoğraflar ile bugün çekilen karelerin “iki resim arasındaki onlarca farkı bul”  patavatsızlığı, densizliği, dobralığı olmasaydı ah, bir de! 

 

Belki bin bir gerekçe ileri sürülebilir bir yerlere yol gitsin diye; ama şu görüldü ki, artık apaçık gerçek ki bir yerlere yol gidince doğa hatta tarih bile en azından kısmen de olsa elden gidebiliyor. Yolu bozuk olan köşeler bozulmadan kalırken “pist gibi” denilen yollara kavuşmuş köşelerin pusu, sisi artık mangal dumanı oluyor en düşük ölçekteki anlatımla.

 

Cumartesi günü sabah pek erkenden düşülen yol, Pazar gecesi Pamuk Prenses’e nazire edercesine saat gece on iki olmadan Ankara’ya dönüş ile biterdi. Henüz saat on ikiyi vurmamış olsa da yeniden keşmekeşe girdiğinde tur otobüsü artık gözümüzde balkabağına dönüşürdü. Hafta sonuna sığdırılan onca yoğunluğun yorgunluğu yerini, gözlerin dereler dolusu akan suları değil, yollar dolusu akan metal yığınlarını yani arabaları görmesinden doğan yorgunluğa bırakırdı.

 

Kenarında su teresi bitmiş derelerin akan cam gibi saydam suları altındaki çakıl taşları aklınıza düşer bu yorgunluğu her yaşadığınızda. O zaman sıvı bir cam gibi berrak sular dağlarda kalmış olsa da kadife karası göğe bakıp, bildiniz bileli göğün yedi kır saçı gibi ışıyan, doğadan bir ad taşıyan Büyük Ayı Takım Yıldızı’na gökteki çakıllar diye bakarsınız. Ki ışık kirliliğine kadar kire bulanmış kentlerde,  kırlaşmış yedi saç teli gibi gözüken Büyük Ayı bile zor seçiliyor artık.  Göğün de canına okuduk zira görgüsüzce!

  Bu yazı 1116 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  • BUGÜN ÇOK OKUNANLAR
  • BU HAFTA ÇOK OKUNANLAR
  • BU AY ÇOK OKUNANLAR
YUKARI