Bugun...
SON DAKİKA

ABİDİNPAŞA CADDESİ ve BEKÇİ MURTAZA

 Tarih: 14-04-2024 10:16:00
RUHİ ÇİLEK

Hemen hemen, herkesin benim kadar çok iyi bildiği meşhur yazarımız Orhan Kemal’in “Murtaza” adlı bir kitabı vardır, yazar burada, Murtaza adlı bir bekçinin, katı disiplin ve vazife aşkı ile beşeri davranış arasına sıkışmış, vazife bilincinden taviz verememe halinin insanı ne kadar da çaresiz kıldığını, çaresizliğin de beşeri değerleri hükümsüzleştirdiğinin bir kara mizahını yapmaktadır. Kitap müthiş karşılık bulur okuyucudan, inanılmaz baskı sayılarına ulaşır, muktedirlerin her türlü olumsuz tavrına rağmen… Kitabın bu başarısı haliyle Yeşilçam’ın da dikkatini çeker ve bildiğim kadarı ile 2 de film çekilir, 1. si Müşfik Kenter’in başrol oynadığı “Bekçi Murtaza ki sonradan internet üzerinden izledim, 2. si de Müjdat Gezen’in başrol oynadığı “Bekçi” ki sinemada 1986 yılında izlemiştim, başarısı ile müthiş yankılar oluşturmuş idi kamuoyunda…

Heyamola Yayınlarının Adana Kitaplığı serisinden “Abidinpaşa Caddesi” adlı Süreyya Köle’nin kaleme aldığı kitabını okudum, orada ne yazık ki bugüne kadar bilmediğim “Murtaza” adlı bekçinin ilhamına yönelik… Lüzumuna binaen bir defa daha tekrarlamak istiyorum, “okudukça ne kadar az bildiğimi öğreniyorum” fikrinin günlük teyidi, günlük doğrulanması… Evet, “nakıs geldim nakıs gideceğim”, korkarım… Bu kadar eksik nasıl tamamlanacak, çok zor…

Evet, gelelim, Bekçi Murtaza’nın ilhamın kitaba yansımışını aktarmaya… Yazar Süreyya Köle şöyle anlatıyor konuya giriş bölümünde; “yazar birebir gördüğünü değil, gördüğünden yola çıkarak kendi karakterini, kendi dünyasını yaratandır. Ancak şu da bir gerçek ki Orhan Kemal’in gözünün önünde insanın kendini yazmaktan alıkoyamayacağı kadar özgün bir tip vardır ve bu tip Abidinpaşa Caddesini adımlayan Murtaza’dan başkası değildir.”

Yayıncı, şair, araştırmacı Nurer Uğurlu’nun, Orhan Kemal’e hitaben yazılmış bir yazısından aktarıyor, S. Köle; “Murtaza’yı tanırım. Son Akbank kapıcısı olarak az mı ti’ye almıştık. Murtaza, roman olarak yeni çıkmıştı. O zamanlar biz edebiyat heveslisi genç delikanlılardık. Abidinpaşa Caddesi’nin ıslak kaldırımlarına oturur, sıcak Adana akşamları Murtaza’yı makaraya almak için, akşamı iple çekerdik. Akşam oldu mu, Murtaza bankanın kapısında, boynunda yandan kurmalı, kocaman askılı saati, bir aşağı, bir yukarı gidip gelirdi. Murtaza’yı gören bizim çocuklar birer ikişer köşelere zula olur, Murtaza’nın bize arkasını dönmesini beklerdik. Murtaza tam bize arkasını döndüğü bir sırada içimizden biri hemen öne fırlar, Murtaza’nın biraz önce, ayağında takunyalar, başında kokartlı şapkası, kova kova sularla ve arapsabunuyla yıkayıp şartladığı mermer merdivenlere çamurlu ayaklarıyla basar, hızla kaçardı. Kaçanın arkasından iri ve hantal gövdesiyle Murtaza koşmaya, bizimkileri kovalamaya başlardı. Ve biz gülmekten yerlere yatarak lambur lumbur koşan Murtaza’nın arkasından zort çekerdik. Çekilen zortlar, atılan kahkahalar o günler bibim sessiz caddeye yayılan sıcak gürültümüzdü.

Günlerden bir gün, bizim çocuklardan biri kitapçı İbrahim Gezginci’nin vitrininden sizin Murtaza’yı alır, okur. Ve Murtaza, küçük bir cep kitabı olarak elden ele dolaşmaya başlar. Ve biz, sizin yazdığınız Murtaza’nın, bizim Murtaza olduğu üzerine ileri geri konuşmaya başladık. Kimimiz roman kahramanı Murtaza’nın bizim Murtaza olduğunu söyledi. Kimimiz bunun bir romancı olarak sizin yarattığınız roman kişisi olduğunda inat etti. Sizin Murtaza’nın, bizim Akbank’ın kapıcısı Murtaza olup olmadığı üzerinde günlerce, hatta aylarca tartıştık.

 Ve sonunda hiç olmayacak bir şeye karar verdik.  Dedik ki, Murtaza’yla dost olalım. Onu hiç kızdırmayalım, arkasından zort falan çekmekten vazgeçelim. Bize ana avrat sövme diyelim. Haklısın Murtaza, senin gibi var mı diye yağ çekelim. Ona Murtaza romanını okumanın yollarını arayalım. Eğer bu, Orhan Kemal’in yazdığı Murtaza bizim Murtaza’ysa anlarız. Yok değilse?

Ve sıcak Adana akşamları toplandığımız Akbank’ın mermer merdivenlerinde Murtaza’yı okumaya başladık. Okudukça Murtaza’nın yüzü değişiyor, gözleri yuvalarından dışarı fırlıyor, kalın siyah kaşları bir inip, bir kalkıyordu. Murtaza romanı soluk almadan dinliyordu. Bizler bir pot kırmamak, aramızdaki barışı bozmamak için dudaklarımız ısırıyor, gülmemek için kendimizi sıkıyorduk. Kendini tutamayıp gülenler, su dökmek bahanesiyle köşeyi döner, makaraları sonuna kadar koyverdikten sonra aramıza gelirdi. Bir gün, beş gün derken Murtaza dayanamayıp sordu:

“kimdir bunu yazan”

“Orhan Kemal”

“Abe kimin nesi”

“Babasının oğlu!”

“köprüden geçerken Murtaza’ya rastlamış!”

“Taşköprü’den mi?”

“heye”

“Yok be çocuklar, var midir anası, babası bunun?”

“Olmaz olur mu Murtaza! Kapı aralığndan çıkmadı ya!”

“Sevmem bu yolda laubalilik. Bilirsiniz dayım şehit Hasan beyi? Lazım bilmek. Hasan bey kolağası idi. Bilirsiniz mi ne demektir kolağası? Subbay demek. Balkan harbi’nde döktü mübarek kanını kutsal vatan topraklarına. Ne için? Dayım Hasan Bey aldığı emirle atladı düşman içine, kırpmadı gözünü. Neden? Çünkü doğurmuş idi anası o günler için onu. Çünkü cuş’u huruş eder idi damarlarında kanı. Bilirsiniz ne der bana büyüklerim?”

“Ne der Murtaza?”

“Derler benzersin dayın Hasan Beye Murteza, tıpkı!”

“yaaa”

“Onun için benzemem herhangi bekçilere, benzerim dayım Hasan Beye. Ben de bir gün dökeceğim kanımı kutsal vatan topraklarına!..”

“Yaşa Murtaza!”

“… helbet. Bakmayın düşmana çelik yıldırım, değildir layık vatandaşlığa! Haçan her Türk bakmalıdır düşmanlara çelik yıldırım, kurşun bilek, taş yürek! Ve vazife bir sırasında sakınmamalıdır gözünü budaktan, demelidir öldüm… Neden? Çünkü var idi, dolaşır idi damarlarında halis Türk kanı. Dayyım Kolağası Şehit Hasan Bey gibi. Sakınmasınlar gözlerini budaktan, hem de akıtsınlar kanlarını kudsal vatan toprakları için”

“Allahına kadar Murtaza!.. Doğru söylüyor.”

“Doğru lakin görse idiniz kurs, alsa idiniz amirlerinizden bu yolda çok sıkı terbiye hem de disiplin, bilir idiniz nasıl konuşulur büyüklerinizle. Konuşmayın cahil cahil böyle. Bir vazife yüksektir bir namuzdan. Yaşşar insan olan bir insan mertlik, civan mertlik için hem de!”

“Orhan Kemal! Murtaza’yı tanımaz olur mu hiç?”

“Sus be şapşal! Yok almağa ihtiyacım kimseden akıl.”

“Niçin alacak?”

“Hiç işte laf olsun!..”

Biz dilimiz döndüğü kadar Muratza’ya anlatmaya çalıştık. Abdülkadir Kemali Bey’den, Milli Mensucat Fabrikasından, çırçırdan, Hacıbayram Karakolu’ndan söz ettik. Murtaza kızgın:

“A be bu adam beni nerden tanır?  Bilir mi benim gibi bir adam yaşar Adana!da, hemi de bu sıcakta?”

“Ayıp ettin, seni bilmeyen var mı? Murtaza adı, Ankara’da, İstanbul’da söylenir. Gazeteler seni yazar. Senin gibi bir adam, sen ki bugüne bugün Akbank Müdürü’nden sonra gelen en önemli adamsın, seni tanımayan var mı?”

Murtaza kızgın gözlerini bize çevirip:

“Ne söylersin a be çocuk? Bu adam, benden başka adam bulamamış mı yazacak? Neden yazar beni kitaplara? Ya okurlarsa amirlerim bu kitabı? Sevmem bu yolda laubalilik!..”

Evet, ben Murtaza’yı bir tekstil fabrikasında bekçi olarak biliyordum, lakin o sadece roman faslında öyle imiş, gerçek hayattaki Murtaza ise yukarıda anlatılan hali ile AKBANK bekçisi imiş… Yani gerçek sadece vazife mekânı değişmiş…

Mezkûr kitap, Süreyya Köle’nin yazdığı, “Abidinpaşa Caddesi” daha neler sunuyor neler… Merak edenlerin hemen edinip okuması hayırlarına olur, öyle ki kesinlikle başucuna yerleştirilip daima başvurulacak bir kitap tadında… Teşekkürler tekraradan Süreyya Köle… 

  Bu yazı 272 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  • BUGÜN ÇOK OKUNANLAR
  • BU HAFTA ÇOK OKUNANLAR
  • BU AY ÇOK OKUNANLAR
YUKARI