Bugun...
SON DAKİKA

VELİ KARAMAN – SAATÇİ VELİ

 Tarih: 10-04-2024 11:03:00
RUHİ ÇİLEK

Bir önceki yazımda abimiz Yazar Mehmet Culum tarafından kaleme alınmış bir hikâyeden bahsetmiş idim, hatırlanacaktır… Hani; Nazi Hitler Almanya’sının işgali, hemen karşımızdaki, hatta durgun havalarda horoz seslerinin bile duyulabildiği yakınlıktaki Yunanistan adası Sakız’ı da içine alır ve artık Canım yurdumun en kuvvetli savunma pozisyonu aldığı günlerdir… Uzatmadan, savunmanın en önemli aracı da “toplar” ya işte o önemli toplardan biri arızalanır ve Veli Usta’nın tamir işlerindeki başarısı burada da devreye girer sorun çözülür lakin başka sebeplerden ötürü sıkıntılı bir soruşturma yaşanır ve gerek dönemin Kaymakamı gerekse de savunmanın komutanının etkili savunması neticesi teknik sorundan sonra hukuki sorun da neticelenir. Dönemin Kaymakamı Hamdi Orhon tarafından yapılan savunma neticesinde bir vade sonra Ankara’dan Milli Savuma Bakanlığından bir yazı ulaşır Kaymakamlığa… Veli Ustanın Milli Savunma Bakanlığı nezdinde ilgili teknik dairelerde uzman kadrosunda değerlendirilmesinin münasip ve muvafık olunduğu yönünde teklif ve tasvip yazıdır, mezkûr yazı… Lakin nasıl görüşmeler yapıldı, neler konuşuldu ve neler teklif edildi şüphesiz bilemiyoruz, bildiğimiz Veli Ustanın Çeşme’yi ve mesleğini terk etmediğidir. Bu bilgiler belki de Mehmet Culum abimizin yazısının zenginleştirilmesi maksadına matuf bilahare bir ilave gerekçesi de oluşturabilir…

 

Bir önceki yazımda, Çeşme Meydan Saati’nin, İstanbul Çemberlitaş’ta mukim işyeri sahibi “Mustafa Şemi İpek” tarafından imal ve monte edildiğini belirtmiş, bilahare de gerekecek ayar, bakım ve kalibrasyon hizmetlerinin temin ve tedariki işini de Veli Ustaya devrettiğini yazmış idim. Hani; “İşletme sürecinde bir imalat hatası da tespit eder Veli Usta zamanla ve imalatçıya bir mektup yazarak durumu ve çözüm yollarını ve imalatçının mutabık olması halinde bu hatanın kısa sürede giderilebileceğini anlatır. İmalatçının iznine mukabil hata da giderilir. Hata ise “dört adet saat kadranı doğal olarak en üste ve saati çalıştıracak makine ise en alta yerleştirilmiş ve makine volan görevi gören bir mil vasıtasıyla da kadranlardaki akrep ve yelkovanı hareket ettirir vaziyettedir”, milin ağırlığı nedeniyle zamanla dönüşe bağlı oluşan atalet sebebiyle mil çalışamaz hale geliyor dolayısıyla da saat duruyor… Çözüm ise rulmanla oluşturulan bir mekanizma ilavesi ile temin edilir. Rulman marifeti, dönüşün atalet yaratmayacağı şekilde düzenlenince de artık hurdaya çıkana kadar bu kabil bir arızaya rastlanılmaz.”  diye bir imalat hatası tespitinden bahsetmiştim… Bu kalibrasyon, bakım ve işletme sürecinde çeşitli yazışmalar yapılır taraflar arasında, işte bunlardan bir tanesini okuma şansı buldum ve bir kopyasını aldım. Mektubun dili ve dilin nezaketi ve zarafeti, iletişimde ve haberleşmede özel ihtimam hususlarından olup karşılıklı öneri, talep, eleştiri ve şikâyet aktarımında adeta bugünkülere muhteşem bir numune teşkil etmektedir. Rulmanlı çözüme gelene kadar Mustafa Şem’i Pek yaylı bazı uygulamalardan bahseder mektubunda, işte yaylar nasıl yerleştirilmeli, yerleştirir iken nelere dikkat edilmeli, neler yapılmalı vs vs… Teknik destek manasında karşılıklı yazışmalardan bir kalıcı çözüme ulaşılıyor anlaşılan… Tekrar dilin nezaket ve zarafet tarafına gelince, 1950’li yıllar bir manada halef-selef sayılabilecek, bir diğer manada da, belki de işveren-işgören gibi kabul edilmesi gerekecek, tüm bunlara rağmen karşılıklı hitabette kibarlık ve naziklik dikkate şayan… İşte o yılların işverenleri böyle iken insan bu yıllardaki işverenleri ister istemez hatırlıyor, hani kendisinin siyasete bağlı para sahibi olmanın ötesinde hiçbir meziyeti olmayan lakin mimari projeleri sanki anlarmış gibi “bu da hayır” “bu da olmadı” diye sağa sola yırtınarak savuran işverenleri… Nereden nereye…

 
Dönem Hitler Faşizminin dünyayı kaosa sürüklediği dönemdir, Yunanistan baştan aşağıya işgal edilmiş, Ege Adalarının hemen hemen tamamı zapt-u rapt edilmiş, imkân bulan insanlar kaçıyor ya da direniş hareketlerine iltihak ediyor… Kadınlar, yaşlılar ve çocuklar ne yapacaklar, bu katiller sürüsünün zulmü karşısında, çaresiz ya saklanacaklar ya da ölecekler ya da ailelerinin kendileri için bir çözüm bulmasına duacı olacaklar… Döneme ait dinlediğim pek çok hikâye var, Sakız Adasından çocuklarını gruplar halinde sandallara doldurup denize açılmalarını temin eden aileler mi ararsın, dağlardaki mağaralara saklananlar mı ararsın, herkes bir biçimde aklına gelen ilk kurtuluş yolunu tercih ediyor, bu uğurda ölenler de oluyor, kalanlarda oluyor… Çeşme Yarımadasının, özellikle de Çiftlik Köyü taraflarının Adaya çok yakın olması hasebiyle, çok yoğun sığınmacı aldığını Anneannem Hacer Karagöz’den çok çeşitli dönemlerde ve vesilelerle çok dramatik biçimleriyle dinlemiştim. Ha keza babam Tito Yaşar’dan da benzer çok hikâyeler dinledim, hatta uzun yıllara dayalı arkadaşlıklar da kurulmuş sığınmacıların çocukları ile… Evet, şimdi gelelim bir başka yaşanmışlığa… Her sabah sahile yürüme alışkanlığı olan ve bunu çok uzun yıllarda devam ettiren, komşudaki savaşın yangın yerine çevirdiği ülkenin insanlarının canhıraş kaçışmalarının yoğun olduğu günlerden bir gün, Veli Usta bir bakar ki bir sandal dolusu Rum çocuk Çeşme sahiline yakın lakin karaya çıkmalarına izin verilmiyor vaziyette, “ipsomi, ipsomi” diye, çok aç karınlarını doyurmak için “ekmek, ekmek” diye yalvarırlar bunu anlayabilen mübadelenin kesif acılarını yaşamış birisi olarak “karne çaresizliğinden” ekmek de bulup veremez lakin hızlıca Çarşıya dönerek zorlukta bulduğu bir kese kâğıdı dolusu kuru inciri getirir çocuklara vermek üzere, “gümrük görevlisi” artık çocukları koruma amaçlı mı, yoksa çocuklara acımadığı için mi, ya da hiç bilemediğimiz bir nedenle mi verilmesini istemez bilinmez. Lakin Veli usta “beni assan dahi vereceğim” der ve kese kâğıdını sandala fırlatır ve açlıktan nerdeyse bayılacak durumda olan çocuklar anında bitirirler verilenleri… Veli Usta, çocuklara hasr-ı muhabbet ile bakarken, çocuklarda kendisine büyük bir şükran ifadesi ile bakmaktadır… 

Veli Usta; daha önce de yazdığım üzere, şimdilerde çocuklarının ticari faaliyet gösterdiği işyerinin bir kısmını, yine daha önce kendisinden bahsettiğim halamın oğlu “Berber Sabit’e kiraya vermiş, halaoğlu da orada, bir taraftan berberlik, bir taraftan sünnetçilik ve bir taraftan da sıhhiyecilik görevlerini yerine getirmişti. Deriden yapılmış, bavul tarzı sıhhiye çantası ile muhteşem ahşap berber koltuğu hala dün gibi aklımdadır.

Ayrıca; Çeşmelilerde sahilde bir tur atma alışkanlığı o günlerden bugünlere halen kuşaktan kuşağa mirasen devam etmektedir. Mesela, gençliğimizde kahvehaneden gece geç çıktığımızda dahi mutlaka evlerimizin ters istikametinde olmasına rağmen bir sahil turu yaparak devam ederdik. Şimdilerde görmekte olduğum ise bazı esnafların sabahları işyerlerini açmadan önce mutlaka bir sahil turu yaptıklarıdır.

Ticarette “ahlak ve etik” sahibi olmanın ilk ve en önemli şart kabul edildiği dönemlerin artık aramızda olmayan bu çok değerli esnaflarını bu vesile ile bir kez daha özlem ve saygı ile anıyor, ahlak ve etik ölçülerinin bugünlere ışık tutmasını da hassaten bekliyor ve diliyorum…

  Bu yazı 293 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  • BUGÜN ÇOK OKUNANLAR
  • BU HAFTA ÇOK OKUNANLAR
  • BU AY ÇOK OKUNANLAR
YUKARI