Bugun...
SON DAKİKA

HAYAL KIRIKLIĞI, HAYATI ACI GÖSTERİR

 Tarih: 17-04-2024 12:31:00
YAŞAR EYİCE

*- KAFAM MI, İNSAN MI KARIŞIK

 

Günaydın dostlar…

Güzellikler içinde bir Pazartesi, sağlıklı, keyifli, mutlu, huzurlu geçecek bir hafta diliyorum.

Nadide Hanım şunları yazmış:

‘Bugün erkenciyiz be ya... Şöyle bir gönül penceremden dışarıya bir baktım; Hangi mevsimdeyiz anlamadım!

Penye ile çıkanlar, şişme yelekle çıkanlar, hırka ile çıkanlar, gömlekle çıkanlar…

Açan meyve ağaçlarının çiçekleri, kesilip atılan ağaçlarının boş yerlerinde yükselen beton yığınları, dondurma yiyenler, salep içenler...

Kafam mı karışık nisan mı bir bilsem?...’

Nadide Hanım’dan günün sözü şöyle:

‘Tohum ekilmezse, masal anlatılmazsa ölür'!’

Artık ebeveynler bebelerine masal anlatmak yerine, ellerine cep telefonu tutuşturmayı yeğliyor.

İnsanın sorası geliyor.;

Madem o kadar meşguldün, canının parçasına bile ayıracak zamanın yoktu da, onu niye dünyaya getirdin?

...Tohumlarsa kendini yeniden yaratamıyor.

İnsan düşündükçe umutsuzluk kuyularına düşüyor.

 

*- ZAYIF VE ACİZİZ

 

Umutsuzluğa düşünler ya kitaba sarılıyorlar, ya da güzel sözler söyleyenlere…

İşte bir örnek;

Mecit Ömür Öztürk kitabının reklamını şöyle yapıyor:

‘İnsan, yaradılışı gereği, musibetler karşısında zayıf ve âcizdir.

Basit bir kederle bile baş dönmesi yaşar.

Küçük bir gam karşısında sersemleşir.

Bir mikroba mağlup olan bedeni gibi ruhu da basit bir mesele karşısında sarsıntılar geçirir.

Yaşam gidişatındaki ufak bir aksaklıktan ümitsizliğe düşer.

Gerçekleşme işareti taşımayan zayıf olasılıklardan telaşa kapıldığı dahi olur.

Önemsiz bir mevzuda hayal kırıklığına uğradığında hayat ona tümden acı görünür.

Dünya sık sık ona dar gelir, pek çok defa zindan gibi olur.

İnsanın zayıflığı ve yaşamındaki acılar konusunda en ilginç tahliller çoğunlukla sûfilerin dünyasından gelmiştir.

Birçok insan için yıkım sebebi olan hadiselerin sûfiler tarafından gülüp geçilecek nitelikte algılanması, çocuğun dünyasında büyük bir sorun hâlinde yaşanan bir oyuncak kaybının, bir yetişkinin pek de önemsemeyeceği bir durum olmasına benzetilmiştir.

Doğu’nun ve Batı’nın kadim tesellilerini aktarmaya devam eden Dervişin Teselli Koleksiyonu, üçüncü kitapta Sufilerin Mutluluk Sanatını merkeze alıyor.’

 

*- SUDAN ÖRNEK VERMİŞTİM

 

Sufileri daha önceki yazılarımda anlatmış, yaşamlarından örnekler vermiştim:

Bugün ise küçük bir bilgiyi paylaşayım:

Sufilik, İslam'ın ‘mistik yönünü’ temsil eden bir kavramdır.

Bu terim, ‘tasavvuf’ olarak da bilinir.

Sufilik, ‘saflaşma’ ve ‘Allah'a yönelme’ amacı güden bir yaşam tarzını ifade eder.

Tasavvuf ise, Allah yolunda bencillikten arınmak, varlığı ve kimliği Allah'a teslim etmek, hayatı bir secde haline getirmek anlamına gelir.

Sufilik,, Hacı Bektaş, Yunus Emre, Mevlana, İbn Arabî gibi önemli mutasavvıflar tarafından halka aktarılmış ve formülize edilmiştir.

‘Sufizm ve tasavvuf aynı şey midir?’ sorusunun yanıtı ise şöyle:

‘Tasavvuf, saflaşmak ve Allah için yaşamak anlamına gelirken, Batı'da yükseltilen ‘sufizm’ içeriksiz güzel yaşama tarzını ifade eder.

 

*- HAYAL KIRIKLIĞI OLUNCA

 

Bir önceki yazımın içinde anlatmıştım…

İnsanların yönelişlerine örnek olarak, ruhu ve beyni karmaşa içinde olan, aşktan ve sevgiden nasiplerine almayan ya da beklediklerini bulamayanlara seslenerek, bundan bir şekilde ya menfaat ya da algı yaratma görevini yapanlardan bir örnek vermiştim.

Günün konusu içinde bir daha paylaşayım, belki bazılarına yardımcı olmuş olurum, kendini toplamaları için…

Şunu da belirteyim:

‘Hayal da ‘Kalp kırıklığı’ da, ‘düşler ayrılığı’ da hep karşılıklıdır, tek taraflı olmaz…

 

*- MİSYONERİN İŞLERİ İYİ

 

Urla’nın ‘Türk Şehri’ olduğunun kanıtlandığı haberini okurken, aklıma benim takipçilerimin de içinde olduğu binin üzerinde kişinin ilgi ile takip edip, hayranlıklarını belirttikleri bir ‘misyoner’ var.

Kendini, içsel güzelliklerden söz ederek sevdirmeyi başarmış, aldığı iltifat yorumlarından ve beğenilerden çıkarıyorum.

Örneğin, ‘Pazar gününe fıkra ile başlamak lazım’ diyerek Bodrumlu Zehra Hanımın hoşuna gidecek yazısına şöyle devam etmiş:

‘Lambanın cini kadına sorar dile benden ne dilersen diye. Kadın Ortadoğu ya barış gelsin demiş. Cin düşünmüş ‘yahu tarih boyunca barış gelmeyen yere ben nasıl barış getireyim?’ diye, en iyisi başka bir şey iste sen.

Kadın düşünmüş, ‘zengin, genç yakışıklı, beni hiç üzüp aldatmayacak bir adam bul!’ demiş.

Cin çaresizlik içinde ‘getir bakayım şu Ortadoğu haritasını!’ demiş.’ Diyerek lafa başlıyor ve bunlara damardan girmeyi sağlıyor.

Çoğu takipçisi, benim tanıdıklarım da kadın…

 

*- ‘SENİ HİÇ BIRAKMAYACAĞIM!’ YALANI

 

‘Bir ahtapot gibi dört bir yandan bizi saran ilişkiler yerine kör topal tek ayak üzerinde duran aşklara güvenmez kadın zaten.

Nasıl olsa günün birinde bitecek aşk!

‘Bari zengin olsun da rahat edelim!’, değil mi?

Bu yüzden, ‘seni hiç bırakmayacağım!’ sözleri bağıra çağıra söylenir…

‘Ses ne kadar yüksekse içi o kadar boş!.’ Diyor…

Herkesin hoşuna gidecek şu sözlerine ne demeli?

‘İşimiz gücümüz halka hizmet!’ diye yüksek perdeden konuşma gereği duyan politikacılar gibi.

Demek ki, gerçek başka

Gerçek, söylenme ihtiyacı hissetmez pek….’

Böyle devam ediyor…

 

*- YALNIZLIK EMNİYETLİDİR

 

‘…Sen zaten gönül dostunla, ‘her şey iyi gidecek!’ diye çıkmıyorsun ki yola.

Mutluluk huzur bulunacak değil, inşa edilecek bir şeydir.

Karşındakine bakar, keskin köşeleri düzeltir, kendini de adam edersin. Yolculuk, ‘güzel bir insan olma macerasına!’ dönüşür.

Yalnızlık emniyetlidir ama insana vereceği şeyler sınırlıdır.

Ancak sosyal yönümüzün iyileşmesi bize içsel ve toplumsal barışın yolunu açabilir…

 

*- KÜÇÜK HESAPLAR

 

‘Sana tespitlerim keskin gelebilir ama o kadar küçük hesaplar için insanlar birbirlerini hiç düşünmeden harcayabiliyorsa sosyal olarak hiçbir düşünce düzeyinin olmadığını gösterir.’ Diyerek başta Zehra Hanım olmak üzere Türk kadınlarına ve takipçilerine sesleniyor.

‘Duygular hafife alınıyor, aşk sevgi falan temel içgüdü nereye kadar?’ diye de soruyor.

Akşam ne yiyeceğini düşünmeyen kimseden, ‘seni hiç bırakmayacağım!’ sözünün ne kadar değeri var?

Şimdi de biraz karışık, ya da kafa karıştırıcı bir duruma geliyoruz:

‘Artık kabul et;  ‘Ajda Pekkan aşkının bir oluru yok!’ diyorum, istersen yine de bir düşün, sen bilirsin.

İlişki ‘dostluk!’ olmuş, ya da başka bir şey!

Fark etmiyor.

Aynı sorumluluk çıtasını omuzladığını farz ediyor senden hayat.

Sonuçta;

Bazı insanlar kurur giderken, değerli olanlar filizlenip büyüyor, terazisi şaşmıyor.

Sevginin büyümesi var olabilmesi için elzem…’

Kadınlar bayılıyor bu anlatıma ama acaba bu satırlarda Hüseyin Denizmavi beye şifreli bir yanıt mı veriyor sorusuna…

Kadınlar ne yapacak Ajda Pekkan’ı…

Bence en basitinden ‘Kafkayı’ okusalar, ya da klasikleri, aşk romanlarını, güzel sözler ve edebi yazılarını çok daha iyilerini bulurlar.

Az önce ‘sufiliği’ anlatmaya çalıştım…

Örnek olabilir bu tiplere..

Ama bizim hiristo kısa ve öz yazdığı için, okuma yazması sınırlı olanları etkilemeyi biliyor.

Sevgi ve aşkı içeren yazılarını kiliselerle, ikonlarla şunlarla bunlarla süsleyerek etkilemeyi biliyor.

 

*- ŞUNA BAKIN….

 

Bakın bir önceki yazısında ne güzel demiş?

‘İnsanın kuantum vaziyetleri konusunda haklısın!

‘Mutlaka, herkesin mutluluğu kendi mutluluğun ile başlar’.

Ama "gelişim" söz konusu ise çift taraflı bir iletişim söz konusu olmak zorunda, sen ve diğerleri arasında.

Ve en az bir ya da birkaçı ile bu ileri düzeyde olmak zorunda.

Sadece güven sorunu değil bu ayrıca bir uyum sorunu.

Kaotik insan psikolojisi ile bunun kolay bi rşey olmadığını kabul edersin. Gösteri uçuşlarında, pilotlar ne kadar kolaylıkla uçuyorlar değil mi?

Arkasında inanılmaz güven ve uyum içinde yapılan çok emek var, kolay değil göründüğü gibi.

Hayatına gel ‘biz TopGun3’ ü çevirelim!’ diyen çok insan çıkar hesabını kitabını yapmadan.

Peki kaçı gözlerinde seni görüyor da, ‘sana zarar gelecek!’ diye kendinden bile sakınıyor?

"WingMan" kanatadamı diye bir tabir vardır, hayatını eline teslim ettiğin hayat savaşında.

Saksıda yetişenler ve mutlu olanlara fazla böyle şeyler ama gökyüzüne uçmak için değil.

İşin acı tarafı sürekli iyiye ya da kötüye gidiyorsun, bir yerde kalamıyorsun öylece.

Öte yandan ruhsal psikolojik kaynak sorunu.

Kısaca ‘yüreğin var mı?’ derler ya.

 

*- ETKİLEMEYİ BİLİYORLAR

 

Dikkatimi çekti;

Şöyle yazmış bizim Hiristo efendi!

Tabii ki, bir hayranı da, şehir hayatını bırakıp, herkesin can attığı diyarından kalkıp, belki de sevdiğini sandığı eski arkadaşını arayıp bulmuş ve ‘Her şeyi unutalım!’ diyerek, baş başa kalıp, kem gözlerden yani herkesten uzak bir yere, rahatça istediği gibi gireceği bir havuzlu villa yaptırmış…

Etki bırakan cümleler şunlar onun için:

‘O kadar yorgunluğun üzerine bir de böyle çıkıp poz vermekte var sosyal medyada.

Sosyal zekâ bizim yabancısı olduğumuz bir şey.

Çöllerimizi  aşıp su bulacağız, susuzluğumuz geçtikten sonra yüzme havuzu yapmaya kalır inşallah diye hayal edeceğiz…’

Hayal, para olunca gerçek oluyor, istersen dağ başında, istersen sadece ‘bağ evi’ olan sessiz sakin bir tarlanın ortasında…

 

*- YOK.. YOK… YOK…

 

Kim bu misyoner kardeşimiz?!

Gösterilecek işyeri yok!

Gösterilecek okulu yok!

Gösterilecek yok yok!

Gösterilecek ilişki bilgisi yok!

Ailesi, şusu busu hiçbir şeyi yok!

Ama Türkçesi mükemmel…

Yazdıkları da güzellik içeriyor,

Kullandığı ad ise Hristiyanların birçok azizinden biri gibi….

Kullandığı tablo ve resimlere, fotoğraflara bakıyorum ‘mavi renk’ hakim… Bence bilinçli değil, özel seçim…

Bu adam ya da kadın kim?

Kendisini tanıtmaktan kaçınıyor ama Türkiye’de görevli bir kişi olduğu sanıyorum.

Öğretmen olabilir bir yabancı dil veren okulda….

Üniversite de olabilir.

Çünkü her gün kısa da olsa bu satırları yazmak için vakit bulmak kolay değil bu zamanda….

Ama işini iyi yaptığını söyleyebilirim…

Bunları yazmak, anlatmak, etkilemek, irdelemek kolay iş değil…

Şimdilik bu kadar…

Hiç beklemediğim ve düşünmediğim bazı isimlerin ‘beğendiklerine’ göre adam ya da kadın iyi yolda, kendince….(!)

 

*- NE DEMEK İSTİYOR?

 

Şu satırlarını siz de yorumlayın bakalım!

‘Neler düşüneceksiniz?’ bu kişi ve benim yazdıklarım hakkında?

‘…da meczup benim gibi.

Bu yüzden yangından mal kaçıranları da körükle gidenleri de anlamamamız normal be canım.

Ruhu ateşten olanlara aşkın kaç dönüm diye sorulmaz.

Kim nereye aitse yaşam orada, tutsaklık kör gözde, manastırda sevdiklerinle yaşamak değil.

Aldığın her nefeste seninleyim…’

Bu cümleler bence çok şey anlatıyor, biraz düşünen ve kafayı yoranlar için…

Bir bakıyorsunuz, Müslümanın kullandığı ‘inşallah!’ diyor, bir bakıyorsunuz ‘Manastır’a gidiyor kafası…

Böyle ikiyüzlülerden, araya laf sokuşturanlardan, dost gibi gözüken ama gerçek kimliklerini saklayanlardan…

Algı yaratıp misyonunu yürütmeye çalışanlara dikkat etmek hepimizin görevi olmalı…

Bence geleceğimizle oynuyorlar…

Dil ve din ile oynamak, sadece bölücülerin ve dış güçlerin ilk görevleridir.

Kimlerle nereden geldiğini bilirsen, kim olduğunu da unutmazsın!

Nerede olduğunun farkındaysan da, nereye gideceğini bulursun.

Uzun soluklu iş sonucunu söyleyeyim:

İnsanlar, insanların kaç yüzü olduğunu ancak öğrenebilirler…

Yoksa birkaç gönül alıcı sözle değil…

Ama;

Hatıralarınızın ışığını sakın kapatmayın, onları içinizde eskitmeyin…

 

*- SADECE BAŞLIKLAR YETER

 

Yine uzattık ama, ben okumayı ve öğrenmeyi, bilgilenmeyi sevenler için devam edeyim:

Biliyorum yine dostlardan ‘Yine uzattın!’ uyarısı gelecek.

Onlara hep ‘Başlıkları okuyun!’ diyorum…

 

*- MEĞER ÇOK ZENGİNMİŞİZ!

 

Bayram Kirez son zamanlarda aklından geçenleri ya da yaşadıklarını selamıyla birlikte gönderen bir okuyucumuz.

Alıntı mı, yoksa yaşantısı mı bilmiyorum…

Bayram Kirez’in hikayesi şöyle:

‘Ben çocukken Babamın 500 Dönüm Tarlasi, Traktörü, Ortalama 150 Koyunu, Üç Beş İneği ve Danaları vardı.

Yİlda 60 ton Buğday, 150 Kuzu, Bir iki Dana satardı.

Ve ben kendimizi Fakir sanırdım hep. Çünkü hep üstünüzde eskimiş Elbise ve Ayakkabi vardı.

Sobada tezek yakardık. Saman ile ekmek yapılırdı.

Ama Et yemeğinden artık bıkıyorduk, hayvanın iç organları köpeklere verilirdi. Yumurta yememek için sofradan kaçardık. Pastırma sucuk günlük yiyeceğimizdi.

Tereyağı peynir yoğurt bozulunca atar yenisini yapardı Annem.

 

*- ZENGİNLER KİMLERDİ?

 

Bana göre Zengin Şehirde oturan şık giyinen Şehirlilerdi.

Ve muhtemelen herkes böyle düşünüyordu.

Çünkü herkes çocuklarını devlet memuru yapmak için okutuyordu.

Okusun hayatı kurtulsun. Köyde hayatını çürütmesin derlerdi.

Bu düşünce geleceğimize şekil verdi. Bizi fakirleştirdi.

Ve Domates, Biber, Patlıcan üretemeyen bir ülke yaptı.

Şimdi buradan bakıyorum ki!

Babam çok zengin bir adammış, Resmen ağa imiş.

Ama sürekli tasarrufu kişiliğinin bir rüknü yapmış, gereksiz elbiseleri israf saymış.

Köylüler Şehire göçtü.

Şehirler büyüdükçe köyde tarla satıp Şehirde Arsa aldılar. Daire karşılığı verdiler Müteahhide üçer beşer daire aldılar.

Şimdi o Dairelerde yiyecek sebzeyi alamıyorlar. Çünkü yok.

Soğan Patates alamıyorlar pahalı.

Tereyağı, Peynir alamıyorlar.

Doğalgaz zammına kızıyorlar

Hala köylüler, Şehre göçüyorlar.

Bunlar daha iyi günlerimiz…’

Gerçekleri yazmış değil mi?

Birkaç gün önce ise şöyle demişti:

‘Dün açlıktan ölen komşumuz için bugün koyun kestiler!’

 

 

 

 

  Bu yazı 838 defa okunmuştur.
  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  • BUGÜN ÇOK OKUNANLAR
  • BU HAFTA ÇOK OKUNANLAR
  • BU AY ÇOK OKUNANLAR
YUKARI